HOŞÇA BAK
ZATINA
Ne der Yunus? “ Söz ola kese savaşı/Söz ola kese başı” Şeyh Galip’e ait üç kelime; “ Hoşça bak zatına” kibirsiz, saf ve duru hali bildik sözcükleri, uyarıları, hatırlatmaları, ricaları nazikçe bir yana bırakıyor.
Hoşça bak zatına seslenişi; bir yudum felsefe kahvesi içmiş olanlar için çok değerli ricadır. Kişi, ilk önce kendine bakıp, kendi köklerini, ruhunu sulayıp beslemezsek nasıl ulaşsın diğer kişilerin özüne!
Hoş geldiniz yazar birçok kapı girişindeki paspaslar üzerinde. Misafir geldiği zamanlar, insanımızın hoşça bir gülüş yayılmaz mı yüzüne. Misafirlerin hoşluğu adına, temizlenmez mi evlerin, odaların en kuytu köşeleri!
Ulaştığımız bu zamanlarda pek de hoşça bakılmıyor zatlara. Hatta misafirlik geleneği, görgüsü, hoşgörüsü de hoşça bakılmayan zatların nehirlerinde akıp gittiler.
İki örnek vereceğim; çocukluğumuza giderek. Çizgi filmleri sevmeyen yoktur. Neden? Olanaksız gibi görünen birçok şey olduğu için. Bir başka neden ise hiç kimsenin ölmediği, daima yenilenen, değişen, dönüşen bir aksiyon-hareket dünyaları olduğuna inandığımız için olabilir mi?
İkinci örneğim ise komedi dizilerinden olacak. Tıpkı çizgi filmler gibi komedi dizilerini, filmlerini niçin severiz? Çok basit bir nedeni var sanki! Her dizi, bir başka öyküyü gündeme taşırlar. Güldürürken düşündürür, düşündürürken nazikçe güldürürler.
İşin hakiki gerçeği, çizgi filmlerde, komedi dizi ve filmlerinden kin ve nefret yoktur. Öteden taşınan, sürekli başa kakılan çatışmalar yok gibidir. Şirinler gibi çizgi filmin kötü karakteri, sürekli kötülük üretse de eninde sonunda iyilerin kazanacağını bilmemiz; evrenden alınan özümüzü, tıpkı evrenin eşsiz derinliği gibi uçsuz bucaksız hoş bir duygu yayılmasına neden olur.
Öyleyse, büyümek suç mudur? Ağır abi, ağır abla olmak? Rütbe almak! Belli sıfatlarla donanmak suç mudur? Değildir fakat bunca yıl göçü yaşamış, yüz yıllarca, korku ile yan yana yatıp kalkmış milletimin; gülmek gibi, hoşça bakmak gibi büyük koşuyu kucaklayamadığı ortadadır…
Sıfatlar altında ezilmek, zenginlikleri birkaç nesil öteye taşıyamamak gibi, inanılmaz zarif ve zavallı bir yolculuğun yolcuları olarak, muhteşem bir Cumhuriyet ve onun devrimlerinde en öne çıkan nedir?
Kişilik-insan haklarımız değil mi? Seçmeyen, seçilemeyen, evinden dışarıya çıkamayan kadınlarımız, köylü, çiftçi, kasabalı oluşlarından utanan muhteşem güzel insanlarımız, tam olarak Cumhuriyet ile gün yüzüne çıkmadılar mı?
Operalar, tiyatro binaları, kütüphaneler, dans salonları ve daha niceleri… Hoşça bakmayı öğrenseydik zatımıza, korkulur muydu kendi gölgelerimizden? Hoşça olmayan kaba kavgalarla, kopuk kopuk yama kültürlerle eşsiz ömürler yitirilir miydi?
Yine de, yaşamın kıyıcığında, bir parça hareket, bir yudum değişim enerjisi varsa içinizde:
“Hoşça bakın zatınıza…”
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder