ATLA ABİ-ATLASANA
ULAN!
Çok uzun zamandır arkadaşlık, hatta sırdaşlık yaptığım arkadaşım birkaç yıl önce başından geçen bir anısını anlatınca şaşırdım… Gülümsedim…
Bu işe Ali de çok şaşırmış olacak ki, her anlatışında ya unuttuğu bir tarafını, ya da tatlı olan anıların masala dönüşü nedeniyle ilaveler yapıyor; kendi edebi düşleri, kabiliyeti yönünde…
Ali, tarihi değerleri, antik şehirleri bol olan bir şehrimize gitmiş. Her zamanki gibi yüceler yücesi gönlünü, tarih, kültürel, sosyal değerlerle beslemek, belki bir yudum daha insanlık damlasını bulurum umutlarıyla.
Laf aramızda Ali, seyahatlere düşlere çıkar gibi çıkar. Günler, hatta aylar öncesinden gittiği yerin antik diyarlarını, kültürel alanlarını, tiyatrolarını, sanat evlerini, gezilecek görülecek neyi varsa araştırır ona göre yola, yolculuğun en yüksek erdemi ve dinginliği içinde gider.
Ali’yi ilk tanıdığınızda fazla “Ağır Abi” gelir insana. Hatta bazıları korkar, çekinir ondan. Usulca yaklaşıp sorarlar bana arkadaşım Ali’nin ne iş yaptığını. Söyleyince ne iş yaptığını birazda şaşırırlar:
—Yok, yahu, biz onu asker-subay sandık! Çok ciddi adam, der Ali’nin esas olan yüzünü tanıdıklarında:
—Yahu biz senin bu yönünü bilmiyor, görmüyorduk, der gülümserler bir süre sonra.
Tamam, şimdi Ali’nin yaşadığı anıya geliyorum. Antik diyarları, turizmi, taş yapıları bol olan yerin yakınlarında olan yerden dönüyormuş Ali. Kot takımları, sonbahar esintilerine tastamam uygun vaziyette, biraz hızlı yürüdüğü için kont montu eline almış öylece yaklaşıyormuş kalacağı kasabadaki pansiyonun olduğu yere doğru.
Özellikle bağ ve bahçelerde kullanılan ismi patpat olarak bilinen küçük araçlardan iki tanesi havayı, doğanın sessizliğini yara yara geliyorlarmış. İlki, öylesine geçip gitmiş Ali’nin yanından. Ardından gelen diğer patpat sürücüsü hoppa görünüşlü genç bir kızmış. Patpat Ali’nin yanına gelince hafif yavaşlamış ve direksiyonda oturan genç kız seslenmiş acele acele yürüyen Ali’ye:
—Atla abi. Ali, kendine seslenildiğini düşünmemiş ilk önce. Patpat hafiften onu geçerken yine seslenmiş saçları yağlı, dağınık biçare görünüşlü kız. Bu sefer daha tok ve sert bir sesleniş:
—Hooop, atlasana ulan, yürümeyi çok mu seviyorsun,- deyince Ali bu sefer yavaşlamış olan Patpat cinsi küçük bir kutucuğa benzeyen araca, emir almış bir asker telaşı içinde atlamış. Oturulacak yer aramış ama nafile. Kız yine kenar mahalle ağzıyla:
—Yahu çök oraya, keyfine bak. Ne dikilip duruyorsun başımda Izbandut gibi. Çöküvermiş tabi usulca her yeri metal kaplı olan küçük bir kutu görünümlü patpat içine.
On dakika içinde yakın olan kasabanın merkezine gelmişler. Uygun bir yere yanaşmış patpat araçlarıyla gezen, dolaşan serseri kılıklı iki genç insan. Ali o zaman dikkatlice bakmış kızın dış görünüşüne. Kısa saçları belki de günlerdir yıkanmamış, rüzgârdan birbirine dolaşmış iğrenç saçlara bürünmüştü. Yüzü, kötülükten çok uzak şeytan tüylü bir çocuk…
Kız, Ali'nin süzüşünü, düşüncelerini, saflığını, koşulsuz görünen koşullarını anlamışcasına:
—Beni serseri sanıyorsun değil mi abi?-Yok canım olur mu öyle şey, deyince Ali, kız kendinden gayet emin:
—Benimle çıkar mısın abi. Aziz Öğretmen’in meşhur bir sözü vardı şaşırınca; “ Al buradan yak!” kafa karışıklığı içinde:
—Küçük kızlarla çıkmam ben. Kız, kirli, yırtık pırtık kont pantolonu arka cebindeki cüzdanı içinden nüfus kâğıdın çıkartıp Ali’ye uzatmış.-Bak yaşıma iyi bak bey abiciiim.
Kızın yaşı 25 olsa bile Ali aynı laflarını tekrarlamış:
—Olsun, aramızda on yaş fark var. Dengi dengine…-Sevdim seni be abi. Çıksak ne olur sanki. Eğleniriz birlikte.
Yakında bulunan parka gitmişler. Çay kahve sohbeti derken epey uzamış tiyatro sahnesi konuşmaları. Birkaç saat sonra kızın zekâsına, teatral kabiliyetine hayran kalmış. Meğer kız en iyi okullarda okumuş, oldukça zengin, aydın, aristokrat bir ailenin kızıymış.
Yaşamı, sosyal hayatı başka başka yönlerde tanımak istiyor, farklı kimliklerle, görüntüler içinde insanları şaşırtmayı seviyormuş. Kasabanın zengin semtinde olan konaklarına davet etmiş Ali’yi. Ailesiyle tanıştırmış. Ailece kızlarının yaptıkları için özür dilemişler Ali’den. Ali de onlara Şekspir’in bir oyunuyla seslenmiş:
—Sonu nasıl biterse bitsin, yeter ki iyi bitsin! dedikten sonra iyi dileklerle ayrılmışlar birbirlerinden.
Güven SERİN
Anlatımınızı gülümseyerek okudum. Sanal ortamda kim bilir daha ne ilginç öyküler çıkar. İnsanlar bir arayış içindeler. Biraz macera, biraz kendine yolculuk, belki biraz da cesaretle uzun, bilinmez yollara adım atıyorlar. Arkadaşınız Ali Bey'in öyküsü neyse ki mutlu son'la bitmiş. Farklı senaryolar da oluşabilirdi.
YanıtlaSilEsen kalın.
YanıtlaSilTeşekkür ederi Makbule Öğretmenim,bilgi görgü,deneyim,çok sıra dışı ve değerli öyküleri oluşturuyor,bütün bildik sinsi oyunları,kaba ve hoyrat tuzakları rafine ediyor...Selamlarımla..