SÜKÛT SUİKASTI
Kim bilir ne zamandır peşimden gelen iki sözcük; “ Sükût Suikastı” anlaşılan o ki peşimi bırakmayacaklar onların meramlarını bir güzel dinlendirmeden… Bu tür can alıcı sözcükleri ancak derinleri kazan şair ve yazarlar keşfeder. Yeraltı zenginliklerini, sessizliğe gömülmüş yitik uygarlıkları bulan arkeologlar gibi…
Sükût Suikastı, sözcüğünü dillendiren insanın ruh hali hiçbir zaman tahmin etmeyeceğimiz bilgi, deneyim, düşünce, merak, beceri ve vurgun yiyeceğini bile bile çok derinlere inebilme cesaretlerinden ötürüdür…
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı biraz olsun tanıyanlar, onun birkaç şiiri veya öyküsünü bilip fotoğrafına bakanlar sözünü ettiği sözcüklerin kendisini onun ruhunun yansıdığı yerde; gözlerinde, yüzünde bulabilirler…
Yaşarlar iken yitiktir aydınlar, merak sahibi olup da serüven peşinde koşalarken edebi dünyaya hizmet edenler. Yazarın söylediği gibi; “ Bir gözleri ağlarken, diğer gözleri güler…” Kolay değildir Yahya Kemal Beyatlı’nın öğrencisi ve arkadaşı olmak.
Nisan’ın son günleri yaşarken iki arkadaş, defalarca gittikleri yere, Anadoluhisarı’na gitmeye karar verdiler. Gün, akşama doğru ilerlediği ikindi vaktiydi. Rumelihisarı’ndan bir sandala binip Anadoluhisarı’na geçtiler.
Sefa Kaplan’ın eserinde, onların yürüyüşüne tanıklık etme heyecanı içinde anlattığı gibi;
“ Usul usul iskeledeki caminin yanı başındaki kahveye doğru yürüdüler. Dalları göğe ve Boğaza erişecek kadar büyük ve uzun yaşlı çınar ağacı altında çaylarını yudumladılar. Uzak evlerin birinden bir türkü duyuldu. Genç ama hayli hüzünlü bir kadın sesi,
Sen açtın sineme yare”
Güçlü bir şairin, yazarın hem öğrencisi ve bir de arkadaşı olmak, hele İstanbul denen şehirde geçen günlerin ve gecelerin içinde, fedakârlığın en yüksek derecesiyle bir evde; abla, enişte, çocuklar, kediler içinde oturacak, dinlenecek derin sükût içerisinde bir şeyler yazmakta zorlanacak derece sıkıntılar içinde, kendine ait bir odaya çıkmak için kırk yıl beklemek, sabretmek ister istemez, duyguları notalara dönüşmüş insan ruhunun şarkısını da mırıldanmasına neden olacaktır…
Sükût Suikastı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kendini ifade etme, anlatma biçimi olabilir mi? Doğduğu zamanların başı; 1901 yılı ve sonrası; toplumsal, siyasal, ekonomik, edebi, hüzün ve coşku duyguları, yan yana ve çok hızlı yaşanıyor, değişiyordu.
Tanık olduğu zamanların duygu zenginliği her halleriyle yanı başında yaşanırken onlara tanıklık eden birisinin düşüncelerine, yazdıklarına kayıtsız kalan insanların her devirde aynı zulmü bütün aydınlara yaptıklarını bilmek, belki de yaman bir teselli, demir atma biçimidir…
Bugünün zamanı, Rusya’nın yok etmeye çalıştığı Ukrayna’yı izleyen insanlık, izleyip de SUSKUN kalan medeniyetler; tüm zamanlarda aynı kötülükleri; sessizce ve susarak yapmadılar mı? Yapmıyor muyuz?
Belki de bu acımasız ve aynı zamanda evrimin yaşamsal neşesini hissettiği, duygu kargaşaları ve sarmaş dolaş hallerinin birbirine dolandığı vakitte Galatasaray’dan Taksim’e doğru yürüyordu. Sarhoş, bezgin, giysileri dağınık bir halde; ağırlıksız bir vaziyette, yanından, arkasından, önünden akan insanlara, o suskun büyünün teshiri altındaki insanlara aldırmadan anlaşılmadığını sessizce haykırıyordu…
Birçok insan için söylenen şey; “ Daha çok gençti. Ölüm ona yakışmadı!” sözleri Ahmet Hamdi Tanpınar içinde söylenecektir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tanzimat Tarihi Kürsüsü Profesörü Ahmet Hamdi Tanpınar, fakültedeki odasında kalp krizi geçirdiğinin farkına varmış, sessizce; “ Galiba ölüyorum” diyerek SÜKÛT SUİKASTI içindeki o muazzam topluluğa-çokluğa belki de nazikçe bir veda içinde fısıldamış, “Her toplum hak ettiği gibi yaşar” demiş olabilir mi?
Altmış yıllık hayat, Haseki Hastanesi’nde son bulmuştu.26 Ocak Perşembe günü çok sevdiği Süleymaniye Cami’de kılınan cenaze namazı, sükût suikastına uğramış yazar, şair, Profesör Ahmet Hamdi Tanpınar’ındı. Hocası ve arkadaşı Yahya Kemal Beyatlı’nın Aşiyan’da uyuduğu yere, hemen ayakucuna gömüldü.
Kış ayı olmasına rağmen güneşli bir gün yaşanırken, uzakta bulunan bir evin radyosundan yayılan şarkı sözleri belli belirsiz duyuluyordu;
“ Gesi bağlarında dolanıyorum
Yitirdim yârimi aman aranıyorum
Bir çift selamına güveniyorum
Gel otur yanıma hâllarımı söyleyim
Halımdan bilmiyor ben o yari neyleyim
Atma garip anam beni dağlar ardına
Kimseler yanmasın anam yansın derdime”