ŞİO-MĞVİME MANASTIRI
PALAVRACI FRER-KEŞİŞ
Tesadüfün bu
kadarı olur; yolculuk esnasında yanıma aldığı kitaplardan en önemlisi; Geoorey
Chaucer’in Canterbury Hikâyeleri eseridir. Kitapta bulunan öyküler, yüzyıllar
öncesine; geçmişe dönük olsa bile; günümüzün kurnazlığı, hilebazlığıyla, sosyal
ve kültürel yaşamıyla yakından bağlar kurdum.
Güney Kafkasya
gezisi sırasında Tiflis bölümünde, eski başkent Mtsheta yakınlarındaki Şio-Mğvime
Manastırını da gezdim. Dağların içine sokulmuş Ortaçağ’dan bu yana manastır
olarak kullanılan yerin keşişlerinden birisini tanıdım. Daha doğrusu o,beni
müşteri olarak gördüğü için kendini tanıttı.
Keşişin bedensel
dili yolculuğumun başından sonuna kadar olan bölümünde hiç ama hiç güven vermedi…
Tiflis yakınlarındaki Şio-Mgvime Manastırı keşişinden söz etmeyeceğim elbet.
Onu daha öncesinden yazdığım için, Canterbury Hikâyeleri’nde ki Frer-Keşişten
söz etmek istiyorum.
İnsanların masum
duygularını farklı alanlarda kullanmak adına seçilen en kolay yollardan birisidir;
İnançlar… Bu hikâyedeki keşiş, yaşamın içerisinden farklı bir unvanla her an
karşımıza çıkacak güçte; ağzı iyi laf yapan, kapısını çaldığı her haneden bir
şeyler isteyen bir adam…
Sıklıkla uğradığı
zengin evlerinden kabul ettiği Thomas ve eşinen hanesine de geldi. Thomas hasta
yatağından keşişi her ne kadar saygı gösterisi içinde kabul etse bile, Keşişin
palavracı olduğunu baştan beri biliyordu…
Evin erkeği
Thomas’ın hasta oluşunu fırsat bilen keşiş, büyük miktarda para alabilmek için
bir sürü dil döküp korku taşıyan öyküler bile anlattı. Thomas can derdinde,
keşiş ise koparacağı büyük paranın derdindeydi. Güya, yapılacak Manastır için
yardım topluyor; verilenlerin ismini bir kâğıda yazıyor, dışarı çıkınca,
yazdığı ismi siliyordu.
Keşiş, Thomas’a dil
dökmekten yorulmuş, amacına ulaşmak için işi biraz daha duygusal hale getirmek
için; “ Thomas! Tanrı aşkına yap bir iyilik!” diye, Thomas’ı en zayıf olduğu
Tanrı ile sınamak, kandırmak istemiştir.
Buraya kadar hasta
yatağında usul usul ve zoraki olarak Keşişi dinleyen Thomas hiç de aptal bir
insan değildir. Onun bir planı vardır. Gücü kuvveti yerinde olsaydı, keşişi
tuttuğu gibi dışarı atmayı düşünüyordu. Ama ona bir sürprizi vardı Thomas’ın.
“Sana sadece şu anda
üzerimde ne varsa onu verebilirim. Kardeşim olduğunu mu söylemiştin? Keşiş
heyecanla cevap verir; “ Evet, elbette.” Thomas, yattığı yerden konuşmasına
devam eder; “ Güzel. Teşekkür ederim. Şimdi hâlâ yaşıyorken manastırınıza bir
bağış yapacağım. Sana söz veriyorum, eline alacaksın onu. Ama tek bir şartım var.
Manastırındaki bütün frerler-keşişler sana vermek üzere olduğum şeyden eşit pay
alacaklar. Böyle yapacağına dair kutsal kardeşliğin üzerine itiraz bulmadan, ya
da tereddüt etmeden yemin etmelisin.”
Keşiş, verilecek
hediyenin-paranın daha da büyük olacağını düşünmüş olmalı ki; “ İsa’nın kanı ve
kemikleri üzerine yemin ederim.” Diye karşılık verdi. Thomas’ın elini sımsıkı
sıkarak; “ Bana güvenebilirsin.” Dedi.
Thomas “ Tamam o halde.
Şimdi elini arkama götür. Aşağı indir. Kaba etlerim arasını yoklarsan orada
senin için sakladığım bir şey bulacaksın.” Frer “ Aha, sanırım ödülüm büyük
olacak.” Diyerek elini çarşafın altına daldırdı. Hazineyi bulabilmek için
Thomas’ın kıçını eliyle yoklamaya başladı. Thomas, frerin parmaklarını kıçında
hissedince ansızın devasa bir osuruk çıkarttı.”Araba çeken bir çiftlik atı
osursa ancak bu kadar gürültü çıkartır. Sabancının öküzü olsa bu kadar feci kokmazdı.
Korkunç bir gürültüydü.
Frer John öyle bir
irkildi ki ayağa fırladı hemen.” , “ Seni pislik herif! Kasten yaptın bunu! Bu
osuruğu sana ödetmezsem ben de ne olayım! Bekle de gör!”
Gürültüyü işiten
evin uşakları koşarak Thomas’ın yattığı odaya geldiler. Frer’i ite kaka dışarı attılar.
Frer, burnundan soluyan yaban domuzundan farksızdı, der kitabın öyküsünü kaleme
alan yazar…
Hazine bulacağım,
daha fazla kazanacağım diye çevresindeki insanları aldatanların düştüğü bu
durum; “OSURUK” olarak kalsa iyi. İnsanların güvenini kaybeden, adı palavracı-ya çıkan bir insanın elinde bulunan bir yudumluk yaşamı; en az hasta yatağında
keşişe bir ders vermek için bir öküz kadar güçlü osuran Thomas’ın osuruğundan
daha beter bir çürümüşlük-tür; kokuşmuşluktur, yok oluşun sefaletidir…
Toplumlara palavracıların
verdiği zararı kimse veremez. İş yaşamlarına, sosyal hayatlara, kendi özel hayatlarına;
her şeyin bir osuruk gibi çürümesini, yozlaşmasını sağlarlar palavracı
insanlar…
Güven SERİN
Büyük bir ciddiyetle okurken on birinci paragrafta "gürültülü" bir kahkaha attım:))) Müthiş bir hikayeymiş. Yazarının eline sağlık. Günümüz için olması gereken. Tam yerine rast gelmiş. Teşekkürler Güven Bey.
YanıtlaSil
YanıtlaSilTeşekkürler Zeugma;tek tek sayıp on birinci paragrafa,işaret ettiğin yere geldim;yeniden güldüm;vay canına,diyerek:))
ilginç yaa. ayrıca duymadığım bi yöreymiş. canterburry eski ve yeni ingilizcesinden okudum. dev eserlerden var blogumda :)
YanıtlaSilÖzel hikayeler,çok basit,bizden bir şey;masalımsı gibi başlayıp,kendi derinliğini,gizemini oluşturuyor;gerçekten de dev:))
YanıtlaSil