RUHUMUZA AİT KATLAR
ve KATMANLAR
İster yaşam koçlarına gidip danışın, isterseniz yaşam tecrübesi olanları dinleyiniz! Hepsinin ortak noktası; zamanla kavga etmeden; “Ânı yaşa!” kavramı üzerine… Nasıl olacak? Derseniz, ona hizmet etmemişseniz; yani; kendi katlarınızı ve katmanlarımıza çok uzak ve zor bir şey olduğunu ifade etmek isterim…
Sözüm, meclisten dışa,
bilgiçlikten çok öte olan bir şey… Çok taze öğrendiklerim, şahit olduklarım siz
değerli okuyucunun hizmetinde. Yakından tanıdığım üç insan; üçü de ciddi
hastalıklarla uğraşıyorlar. Üçünün de yaşları çok genç denecek vaziyette; yani
orta yaşın başları… Gelinen noktada;”Bizler
gezemedik, seyahat edemedik ama siz, muhakkak bunu yapın!” İnsanın içini değerli
bir hüzün kaplıyor. Bu zamana kadar niçin bekledin? Kim engelledi?
Düğünleri,
nişanları harç borç yapan, kendini yedi sülalesine adayan toplumumuzun kendi iyiliği,
esenliği için ayıracağı zaman ve paralar; lüks sayılıyor… Toplumsal kaygılar,
çekinceler ve geçmişin genetiğe sızmış korkuları; “Artarsa işten değil dişten artar; sık dişini…”
Tanıdığım iki iş insanı;
ikisinin de büyük pahallı villaları var. Farklı zamanlarda her iki kişiden aynı
şikâyeti dinledim; “ Şimdiki aklım olsaydı, üç kat değil de tek kat
yaptırırdım.” Niçin? “Bakamıyoruz kardeşim. Çocuklar torunlar pek gelmiyor.
Gelseler de sadece yaz günleri oda kırda (dışarıda)geçiyor zaman.”
Komşu, akraba,
arkadaş büyük yaptı diye; kocaman villalar; dağ evi veya kır evi şeklinde yapılıyor.
Büyük emekler ve harcamaların karşılığında. Fazla değil;15–20 yıl geçtiğinde
büyük pişmanlık; “Keşke!”
Bütün bunları
işleyecek edebi dünya, sosyal dünya; kısacası yazılı ve görsel basın yeterli
olmadığı için; neredeyse ülke insanının büyük çoğunluğu; kayıp uygarlıklar gibi
kayıp yaşıyor… Kimi oğluna, kimi kızına, kimi torunlarına “Kurban” vaziyette…
Hâlbuki hazıra dağların dayanmadığı gibi, şımarmış insanın en tehlikeli canlıya
dönüştüğünü tüm dünya biliyor. Ama! Amalar…
Fırsatını bulan,
katlarını çıkıyor. Üstelik kaçak da olsa, yasal da olsa; mülkiyet sevdasını enine,
boyuna çoğalarak yapmak istiyor. Ya sonrası? İnsan ömrünün kısalığı? Kendi ruhuna,
bedenine harcanacak her türlü zaman veya emek lüks bir şeymiş gibi…
Esas olan şey;
kendi ruhumuzun, irademizin katları, katmanları değil mi? Bizi her vakit, her
koşulda koruyacak yegâne şey; kendimize yaptığımız yatırımlar! Olaylar
karşısında nasıl davranacağının en değerli öğretileri; edebi dünyanın, sanat
alanlarının merkezindedir. Sadece, Shekespeare’nin Venedik Tacirinin
tiyatrosunu izleyin birisi; cimriliği, hilebazlığı; ruhuyla yüzleşerek
anlayacak belki de daha o akşam; kendisiyle barışıp Rönesans’ını yapacaktır.
Balzac’ın Goriot Baba isimli romanını okuyacak olan birisinin babalık kavramı
üzerinde alacağı tavır, kendine vereceği çeki düzen belki de olduğu gibi
değişecektir…
Uygar dünyanın bize
sunduğunu kendi bilgi veya bilgisizliğimize göre işliyoruz. İşimize geldi mi şikâyet
ediyoruz. Bize borç veren bankları suçluyoruz. Peki, ama kendi ruhumuzun
katlarına ne zaman yatırım yaptık? Reddetme imkânı, değişik tercihler varken…
Bizim; “Cahil” dediğimiz ninelerimiz, dedelerimiz niçin batmadı? Niçin
kendilerini en zor şartlarda dahi yaşamda kalmaya mecbur kıldılar? Söyleyeyim;
beklentileri, hayalleri o kadar sade ve anlaşılırdı ki; hiçbir zaman çizmeyi
aşacak hayalperest yatırım ve isteklere özenmediler.
Düşler, hayaller
edebi dünyanın özüdür. İşi hayalperestliğe taşıdığımız an, pratik yaşamın
altüst ediyoruz. Sonrası? Tam olarak durumu bile değerlendirmeden; bizden başkası;
herkes suçlu oluyor… Ya biz? Katlarımız, katmanlarımız her daim aç ve açık-tayken;
korumasız bırakılmışken; hiçbir çaba harcamayanların yaşamı; nitelikli ve
huzurlu olabilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder