TÜRKAN’IN BAKIŞLARI
Son günleri,
sonsuza atacağı adımları çoktan bir kitaba; esere dönüşüp, yüz binlerce insanın
kendi hikâyesine dönüştü.
İdealizm kendine
bir kurban daha mı aldı? Yoksa bir öncü kendi başarısını, köklerini daha da
derine mi gömdü? Türkan, daha baştan beri; okul yıllarında hümanizme yazgılı
olduğunu karakteri ve duygularının mantığı üzerinde bıraktığı etkiden
biliyordu.
Taşıyacağı yükler,
alacağı yol; yüz binlerce insan bir araya gelse, yapmaktan çekineceği kadar
büyük ve ağırdır. Onun içinse yaşamın kendisi; yaşama biçimiydi… İki evlilik,
iki kocanın hürriyetine, kadınlığına;
“Evinde otur; evinin kadını ol!” baskılarına, ricalarına zerre kadar
yanaşmamış, kendi inancını; başarı öyküsünü yazmıştır.
İki kez vereme yakalanıp,
iki savaştan da galip çıkar. Tıpkı kansere yakalanıp bir göğsünü aldırdıktan
sonraki galibiyeti; gibi… O yüzden, sıklıkla tekrarladığı marşı; “ Çıktım Açık Alınla Girdiğim Her
Savaştan!” şeklinde yorumlanacak, benimsenecektir.
Girdiği her savaştan;
cüzamlılarla verdiği o büyük ve yüce mücadelenin yanında, öncelikle kız
çocuklarını okutma çabaları, insan sınırlarını zorlayan, günü kurtarma
sıradanlığına teslim olmuş insanların anlamayacağı aşamaya ulaşmıştır.
Kim bilir kaç bin
cüzamlıya dokundu. Evet! Bizzat dokundu. Çünkü cüzüm hastalığının bulaşıcı
olmadığını biliyordu. El yüz temizliğine dikkat ettiğin zaman bir şey olmayacağını,
hastalara dokunarak da ciddi yardımlarda bulunulacağını çoktan görmüştür…
Cüzam isminin bile
yettiği zamanlarda vermiş olduğu mücadeleyi anlamak için; Van’ın Çaldıran ve
Bahçesaray ilçelerine gitmek. Kimselerin uğramadığı zamanlarda oralarda köy köy,
mezra mezra alınan yolların, çekilen cefaların karşılığıydı; itilmiş, kakılmış,
yok sayılmış bir cüzamlıyı hayata kazandırmak…
Unvanları çoktur; Eğitimci,
doktor, yazar, akademisyen, Çağdaş Yaşama Derneği Başkanlığı ve daha niceleri…
Yaşamının sonuna
geldiğini görüyor, anlıyordu. O bir doktordur; bedensel faaliyetlerinin, almış
olduğu ilaçların-zehirlerin bedenine yaptığı etkiyi çok iyi izliyordu. Yemek yiyemiyordu.
Dayanacağı, dayanması gereken bir tek tarih vardı; 2 Mayıs 2009 gününe kadar
bir şey olmasın; gerisi; Allaha emanetti…
2 Mayıs günü Çağdaş
Yaşamı Destekleme Derneği’nin yirminci yıl kutlamaları yapılacaktır. O güne
kadar ne yapıp ne edecek ölmeyecektir! Lütfi Kırdar’da yapılacak kutlamalar,
onur ruhuna son bir teşekkür sunmaktan öte, değerli bir veda töreninin de en
anlamlı günü ve gecesini de tarihin kayıtlarına geçirecektir.
Bu anlamlı güne ve
geceye katılmayı Fazıl Say’da kabul etmiştir. Konser biletleri günler önceden satılmıştır.
Say’dan başka; Patricia Kopatchinskaja, Cihat Aşkın, Çağ Erçağ, Tolga Salman,
Burcu Karadağ ve Güvenç Dağüstün hiçbir para talep etmeden bu işi Çağdaş Yaşım
Destekleme Derneği ve Türkan için kabul ettiler.
Türkan’ın ölüm anına
on altı gün kalmıştı. Belki de bu öykünün ve bundan sonrakilerin doğum anına…
Yaşamı kuvvetlendiren, daha ötelere taşıyan şey, dönüşümler, yenilenmeler değil
midir?
Evrende kalıcı olan
ne var?10 milyar yıl yaşayan en büyük yıldız bile eninde sonunda, sönmeye yazgılı,
dönüşüme programlı değil midir?
Kalabalık çok büyüktür.
Lütfi Kırdar tarihi günlerden birisini yaşamaktadır. On altı gün sonra yaşama
veda edecek Türkan’da öyle! Salona girince ilk söylediği şey; “ Aman Allahım!
Aman Allahım!” Hissettiği şey; ölüm yoktur; değişim, dönüşüm ve ilerleme
vardır…
Kardelenler’i gördü;
beyazlıklar içinde. Kış savaşçılarıydı onlar. Bahara hazırlanan, saflığın
imbiğinden süzülen beyaz renkte kış güneşi kokan Kardelenler’i oradaydı.
Büyük bir alkış tufanı;
erişilmez olanın bedeninden öte, ruhuna dokunma çabaları; inanılmaz görüntüler…
Bedeni her şeyden vazgeçmiş,
ruhu direniyordu. Bir fısıltı içinde şunları tekrarlıyordu;
“ Beni hırpaladılar, yerden yere vurdular, ne gâvurluğum kaldı,
ne Kürtçülüm, ne de komünistliğim. Şu son aramayla darbeci yerine kondun.
Umurumda bile değil. Çünkü ben, gavur, Kürtçü, komünist veya darbeci değilim.
Ben sadece, yüreği insan sevgisiyle dolu hekimim. Ülkemi, insan haklarına ve
hukuka saygılı, demokrasiye inanan hükumetlerin idare etmesini isteyen bir vatanseverim.
Hayatım boyunca tek istediğim, iyi ve dürüst bir insan olmaktı.
Bedenini yiyip
bitiren kanser, verilen zehirler, dayanma gücünün son anına geldiği anlarda;
duydukları sözcükler; dizelere dönüşmüştü. Şiirlere ve şarkılara hayat vermiş
insanların sonsuza adanmış ruhları, onun cüzamlı hastalara, Kardelen’lere
sarıldığı gibi Türkan’a sarılmışlar, onu ağrısız, acısız ve ağırlıksız olana
davet ediyorlar…
James Joyce’nin ruhu
oradaydı; o da, Türkan’ın eriştiği yere büyük bir saygı içinde Türkan’ın
duyacağı biçimde mısralar fısıldıyordu;
“Artık ağlama, yaslı
çoban artık ağlama/Yas tuttuğun Lycidas ölmedi, zira/Sudan örtünün altında
batmışsa da…”
Türkan, camdan bakıyor, sokağa toplamış
kalabalığa,”SUS” işareti, sükûnet, sakinlik çizgisini anlatmaya çalışıyor. Oysa
onu, onun ülke sevdasını kirletmeye çalışanlar,”Ali Cengiz oyunu” içindeydiler.
Ölmesine bir ay kala, neredeyse son bir ölüm gösterisini, diğer ölüme taş
çıkartacak bir sınanmayı, camdan bakışları, insana, insanlığa olan sevgisiyle
yine kucaklayarak; şefkat içinde; Türkan bakıyordu…
Güya öleli çok
olmuş Türkan’ın! Oysa camdan bakıyor; Türkan’ın bakışları, camda, cama ait
gönüllerde kalmış…
Güven Serin