YEDİNCİ MÜHÜR
YEDİNCİ MÜHÜR
ÖLÜM’ÜN
İŞİ ÇOKTUR
Kıyamet gibi insan;
insanlar öldü yeryüzünde. Doğal, yaşlılık sebeplerinden olduğu kadar doğal
olmayan yüzlerce ölüm nedeni var bu mavi dünyada.
Birçoğu, yüzleşemeyecek kadar, ölüm çeşitleri vardır. Yakın zaman önce şehrimizde Emekçi
Kadınlar Günü kutlanırken, erkekler tarafından katledilmiş beş kadının
fotoğrafı gösterildi. Ölüm nedenleri, öldürülüş biçimleri; hemen hemen herkesin
başlarından çok gözleri öne eğildi.
Akdeniz, Ege Denizi;
göçmenlerin ölü bedenleriyle kutsanıyor; neredeyse her gün; daha iyi yaşam adına,
ölümden kaçarken tutuldukları ölüm çeşitlerini tüm dünyaya bir sinema sahnesi
kadar hayali, perde sel ve uzak, seyrettiriyorlar.
Ölümün nedenlerini
öldürüş biçimlerinde bulabiliriz. Haklı birçok sebep; namus, onur, toprak,
hırs, kin, nefret adına…
Ölüm ne kadar
savurgan olursa olsun, yaşam; ondan çok daha doğurgan. Kıyamet gibi hastalıklar,
toplu ölümler, salgınlar sayesinde insanlığı kırdı geçirdi. O büyük savaşlar;
sadece Bir ve İkinci Dünya Savaşında elli milyon insan…
Ölümün bu kadar çok
yaygın olduğu dünyamızda, ölmek istediği halde ölmeyenler de var. Ayşe Ninem;
nam-ı diğer Halim Ayşe; yüz yaşını bulan yaşam yolculuğunun neredeyse yirmi
yılı;”Allah’ım benim de canımı al!” diyerek geçse de, ölümün işi o kadar çoktu
ki; Âlim Ayşe’ye yüz yıl yaşama fırsatı verdi.” Torunu Hasan; ancak 33 yıl,
damadı Yusuf ise 58 yıl yaşayabildi…
Ölümün işi çoktur
çok olmasına ama bazı insanlara sıra zor gelir. O kadar uğraşırlar, o kadar
seslenirler ölüme; bir türlü kapılarını çalmaz, uğramaz yaşamın o acılı haline;
hiç acımaz.
Böyle bir hikâyenin;
Canterburuy Hikâyeleri; Chaucer’in kahramanı Afnameci’de durmadan seslenir
ölümü;
“Sürekli anamın evinin kapısına varıyor, yere
Vuruyorum bastonumla hem de kaç kere;
‘Anacığım’,diyorum,’ne olur beni içeri al.”
Anası, çoktan ölmüş,
toprağın özüne süzülmektedir. Evlat ise durmadan onun kapısında yalvarır durur;
‘Anacağım’,diyorum; ‘ne olur beni içeri al.”
Kahramanımız ölümün
yoldaşı olsa bile, isteği kabul edilmemiştir. Belli ki daha çok çaba
harcayacaktır.
Bir başka kahraman;
İngmar Bergman’ın Yedinci Mühür filminde karşımıza çıkar. Onun çabası ise çok
farklıdır. Ölümü kandırmak, oyalamak, savaştan sonra çocuklarına, eşine ulaşıp
onlarla biraz daha vakit geçirmek ister.
Ölümü kandırmak için
satranca davet eder; Bergman’ın yarattığı kahraman;14.yüzyılın ortaları; gökte
siyah bir kuş uçar. Kasvetlidir gökyüzü…
Veba denen hastalık
önüne geleni ölümle buluşturuyordu. Ölümün işinin en fazla olduğu zamanlardı.
Bir taraftan insanın insanla olan büyük savaşları, bir taraftan hastalıkların
insan neslini yok etme çabaları. Belki de daha sıhhatli olanlara şans vermek;
kıt imkânların en iyilere kalmasına yer açmak; kim bilir…
Gökyüzü kasvetli,
sahile uzanmış savaş yorgunu bir asker, yanı başında oynamaya hazır satranç
tahtası ve taşları. Ölüm ise biraz ötesinde; yedi meleğin borazanları
çalmasıyla görev başındadır.
Asker sorar; “Kimsin
sen? Ben ölümüm; diye bir cevap duyar. Benim için mi geldin? Uzun zamandır
senin yanındaydım! Biliyorum. Hazır mısın? Bedenim korkuyor, ben değil! Bir
dakika dur! Hep öyle dersiniz! Ama ben süre tanımam! Satranç oynuyorsun? Nasıl bildin?
Nasıl mı; resimlerden ve dinlediğim şarkılardan.”
Ölüm, ilk kez duraksar;
böyle bir soru, konuşma onu da cezp eder ve usta bir satranç oyuncusu olduğunu
kabul eder.
Asker onu kışkırtmak
ister;” Ama yine de benden iyi olamazsın! Benimle neden satranç oynayacaksın? O
benim meselem! Haklısın! Sana karşı koyabildiğim sürece canımı almayacaksın!
Yenersem peşimi bırakacaksın.”
Ve oyun başlar;
aslında hepimize, yaşama dâhil olanların tamamına verilen süredir bu oyun… Bin
bir türlü derdi, sorunu iç içe geçirip, durmadan yaşamı öldürdüğümüzü unutur da,
en sonunda ölümden biraz daha müsaade isteriz. Oysa bin yıl daha verilse,
insanın sorunu yaşamalıdır. Sanattan, felsefeden uzak duruşunun öyküsü;
yavan, kırılgan ve bezdiricidir…
İşte o nedenle zamanı bozuk para gibi harcamamak gerek. Kaliteli zaman geçirmeli insan. Bunu yapabilmek için de öncelikle sağlığına çok önem vermeli. Ömrünün son demlerine kadar ayakta durabilmeli. Ömrün yarısı uykuda geçiyor diye düşünürüm hep. Keşke uyku ihtiyacımız olmasaydı, iki misli daha fazla yaşamış olmaz mıydık o zaman? Derin bir konu vesselam. Düşündürdünüz. Kaleminize sağlık...
YanıtlaSil
YanıtlaSilBende uykudan çok zaman çalıyorum:)) Yani,ödünç alıyorum;ve edebi dünyanın küçük kırıntılarını görünce,yaşamın,farketmenin,öğrenmenin ,hareketin büyüsü sarıyor bütün hücreleri;yetinirken yetmiyor zaman;Teşekkürler Zeugma...
canterburry, süper yaa, eski ingilizceden yeni ingilizceye çevirisi var, blogumda yazdım, ağustos 2017, orjinal bir eski basımından okudumdu, türkçesini okumadım ama iyi bir türkçe çevirisi de vardı galiba :) maldororun şarkıları da böyle müthişli :) yedinci mühür, bergman'ın din üzerine düşünceleri :) zor film yani ağır film. ölümle oynayan adam :)
YanıtlaSil
YanıtlaSilNe çok seçenek;evren genişlerken;insanlık birkaç bin yıllık yazı hayatıyla,evrenler gibi genişliyor;Bergama,İskenderye,Babil kitaplıkları geride kalmış,onlara ağıt yakarken insanlık,şimdi borç ödenir gibi her yerden fışkırıyor düşün,düşüncenin,bilginin,bilimin sanatları..Teşekkürler Deep.