Sayfalar

31 Aralık 2018 Pazartesi

Oscar Benton - Bensonhurst Blues 1973 (2011) HQ







 Yıla, yıllara dair
bir şeyler söylemek ister miyim? Sanmam! Ya bilinen Latince sözcüğe tutunmak;
Carpe Diem; yani anı yaşa… Belki… Evrilmenin içinde, farkına vararak, özümseyerek,
yani bütün duyu organlarımız lezzetine varmak isterdim mesela… Bu duygular içinde;
YENİ YILINIZ bu güzel ve değerli sesin ritmi, ahengi ile KUTLU OLSUN…

GÜVEN SERİN 

ESKİYE BİR TEKME,YENİYİ BAŞKÖŞEYE!




                                ESKİYE BİR TEKME, YENİYİ BAŞKÖŞEYE!


 Hoş geldin yeni yıl; hoş geldin 2019…Gelmeni, seni bahane ederek ne çok şeyler tüketeceğiz; yiyecek, içeceğiz; üstelik tıka basa…

  Bir dakika içinde eski olacak 2018,bir dakika içinde yeni olacak 2019;daha yeni olur olmaz eskimeye başlayacak. Çünkü bu algının sahipleri, efendileri; yani canlılar, büyük insanlık da durmadan eskiyor, değişiyor, yenileniyor, kabına sığmaz hale geliyor.

 Alkışlarla, ışıklarla, muazzam eğlence, yeme içmelerle hoş geldin yeni yıl. Bir taraftan uygarlığın teknolojik nimetlerinden uzakta olanlar ise hiçbir zahmete girmeyecekler eski ile yeninin değişimi sırasında. Mideleri, oburluktan dolayı hiç ağrımayacak yeninin ilk sabahında.

 Bir sürü ümit ve temenni yapılacak, kendi beklentilerimizden öte diğer insanlara, tanıdık olanlara; başarılar ve bolca sağlıklar dilenecek; hep olduğu gibi. Ama Önce bol zenginlik, yani para beklentileri dile getirilecek. Biraz kurnazca, yanı başına hemen sağlığı da ekleyeceğiz…

 Hâlbuki doğanın kanununu olan her şeyin bir arada olması, büyük sancılara gebedir. Bunu bir türlü öğrenemedik. Sınırsız isteklerin, sınırını her daim doğa belirler. Evrim belirler. Ağır ağır sahnede, değişmemizi, debelenmem izi veya kahramanlık türküleri söylememizi izler.

 Daha fazla sağlığın nasıl olacağını bilim çoktan kanıtladı. Her şeyin kararında olması gerektiğini köyde ki çoban bile bilir. Ama bir sürü ayrıntı vardır insanın daha fazla zenginlik istemesinin. Yeni yılın gelişini de bir fırsat bilir; eskinin öfkesini, birikmiş kin ve gururlarını yeni ile birlikte çıkartmak; yani büyük bir güce sahip olmaktır bütün niyetimiz.

 Yeni yılın bütün bu istekleri, dilekleri, temennileri duyduğu yoktur. Onun süreci usul usul izler. Gün batımı aynı saatte, kendi değişimi, dönüşümlü için; ya uzar, ya da kısalır. Gün doğumu da öyle; dünyamızın güneşin etrafında ki dönüşüne, eğrilerine göre; milyarlarca yıldır hep aynı tekrarların peşinde yol alır; uydusu ay ile birlikte.

  Yaşamlarımız neredeyse işkenceye dönüştü. Her daim sürpriz beklentilerin tek amacı vardır; çevremize, toplumumuza daha güçlü görünmek! En büyük araç, en büyük ev, iş yeri ve unvan bizim olsun! Bunun deryasal mutluluğunun ölçüsü yoktur…

 Oysa kim bilir kaç milyon kez tekrarlandı bu istekler. Bazıları da isteklerinin karşılığını ya mirasla, ya şanslarının yardımıyla buldular. Ya sonları? Uslanmaz bir bezginliğin, acımasız bir tüketimin sarhoşluğu içinde eriyip gitmediler mi?

 En kabadayı aristokratlar bile gücün, gösterinin yeterli olmadığını anladıklarında yüzlerini topluma, toplumlara dönerler. İyiliğe sarılmak isterler. Yetmezlik içinde boğuşanların kalplerini, dualarını, alkışlarını kazanıp, kendi gidecekleri cennetlere bir bilet de buradan almak adına…

 Şimdi, usulca veya oldukça sağlam bir tekme vuralım eski yıla; 2018’e. Hoş geldin diyelim; Yeni yıla;2019’a;Hoş geldin… Bakın! Bize gülümsüyor mu ne? Belki de o büyük çuvalın içinden büyük paralar dağıtacak! Avuçlarınızı, hatta kucaklarımızı daha büyük açın; daha büyük istekle yalvarın; belki de size doğru savuracak o büyük mirasın muhteşem zenginliklerini.

 İlim insanlarına, filozof ve psikologların bir bölümü çoktan keşfetmiş zenginliğin en yeni olanını. Hatta hiç eskimeyeni! Kendi varlığımızın ne büyük bir zenginlik olduğunu, kendi kendimize yetme ve yetinme mucizesini anladığımız an; eski ile yenin kavgasının da biteceğini; ardı ardına sıralanan anılar, hatıralar, görgü ve deneyimler birikimi olmaktan başka bir şey olmadıklarını göreceğizdir.

 Yen yıldan, bol sağlık, bol mutluluk ve en önemlisi bol paralar istedik. Bütün bunları nasıl taşıyacağımızı hiçbir zaman anlama yoluna gitmeden… Bunca araştırma yapılıyor, hiç durmadan. Batı dünyası, uzayı, yerin altını, denizlerin dibini ne kadar merak ediyorsa, insanın psikolojisini, sosyolojisini ve toplum bilimini de o kadar merak ediyor.

 Görünen nokta; en mutlu olan insan; her aşamada şu şekilde ortaya çıkıyormuş. İster unvanı, ister büyük paraları olsun veya olmasın; insan ilişkileri ve kendi varlıklarını özümsemiş, yaşamdan ne bekleyip neleri reddedeceğini öğrenmiş insanlar; onlara ait bir yudum yaşamın en küçük parçacığının dahi kıymetini bilerek yaşadıkları çoktan kanıtlandı.

 Şimdi şampanyayı iyice sallayalım. Patlatırken bile havada uçacak mantarının ve çıkartacağı sesin, bizim egomuz, şişkinliğimiz ve her an patlamaya hazır olduğumuzu unutmuş ve hiç fark etmemiş olarak; nazikçe veya en kaba bir şekilde; eski yıla; 2018’e bir tekme savuralım.

 Yeni yıla; 2019’a hoş geldiniz efendim demenin en kıvrak ve dişil bir sesle, boynumuzu da eğerek, bizi beğenip dualarımızı da gördüğünü bilerek yeni yıla geğirerek girelim. Çünkü midemiz de egolarımız da, isteklerimiz de hep şişkin…

 Altyapılarımız ise şehirlerimizin altyapıları gibi; tam bitti derken her yerden patlama, çatlama ve kazılarla delik deşik olacağını unutmadan; hoş geldiniz yeni yıl, hoş geldiniz efendim…

Güven Serin 

28 Aralık 2018 Cuma

HİNDİLER DİNOZORLARIN DEVAMI MI?






HİNDİLER DİNOZORLARIN DAVAMI MI?
-------------------------------------------------------

  Yaşadığımız sürece insanın bitmeyen merakı, araştırmaları bildiklerimizi ve bilmediklerimizi tekrardan gözden geçirmemize neden oluyor.

  Yakın zaman öncesinde tarih biliminde ciddi değişimlere neden olacak bir bulgu; Urfa, Göbekli Tepe kazıları, tarihin kayıp parçalarını ve yanlış bilinen birçok alanını ortaya çıkartacağını düşünüyorum.

 Bir yerde bir yazı okumuştum. Hindiler ve tavuklar üzerine. Onların geçmişini bilsek, onlara duyduğumuz saygımız daha da artar, diye…

  Bugün gelinen araştırma sonuçlarında, dinozorların hemen ortadan kalkmadığı ve evrim sayesinde zamanla kuşlara dönüştüğü üzerine bir sürü ilimsel çalışma mevcut. Bu çalışmalar içerisinde iki hayvan; hindi ve tavuk öne çıkıyor. Bunların genomları; yani dinozorlara benzerlikleri diğer hayvanlardan daha fazla benzerlik içeriyor.

 Şimdi, yumurtasından, etinden yararlandığımız bu iki hayvanın50–100 milyon yıl öncesinin dinozor neslinden geldiğini bilmek, insan denen canlının hafızasıyla alay etmek gibi bir duygu yaratıyor. Hadi canım! Desek de demesek de, ilim insanları hiç durmadan, kazmaya, bulguları mercek altına koymaya devam edecek.

  Hindi ve tavuklara biraz dikkatle baktığımızda, dinozorların da yumurtladığını, iki ayak üzerinde yaşadıklarını, hem etçil, hem otçul bir sürü türü olduğunu de öğrenince; dünyanın yaşama olan elverişli tarafı karşısında, yaşama tutunan canlıların evrimsel mucizelerini de bir parça anlamak mümkün…

 Günlük hayatımızda beslenme, üreme ve mal edinme telaşımız, bu tür; MAKRO EVRİM çalışmaları karşısında bizleri duyarsız ve bilgisiz bıraksa da, her daim bu eğlencenin dışına çıkan ve merak algısını, ilimsel seviyeye çıkartın paleontoloji uzmanları sayesinde daha çok şeyler öğrenip, göreceğiz…

 Hindiye ve tavuğa, hatta küçük bir serçeye ister saygınız olsun isterse olmasın; onlar bu dünyanın çok önemli ve en az insan kadar saygıyı hak eden canlılarından sadece birkaç türüdür. Eksiksiz bir şekilde bütün canlıların bir yerinin olduğu gerçeği; besin zincirinde ki önemlerinden bellidir.


Güven Serin 

26 Aralık 2018 Çarşamba

BENİ AFFEDİN


" Aydınlar ahh en yakınındakine bile uzak duran
aydınlar.Her devinime anlaşılmaz bir homurtuyla
karşı çıkan aydınlar." 




BENİ AFFEDİN!
-------------------------

  Bir şair, destansı düşüncelere erişme gücü, iradesi varken, yaşamın içinde kalmak isteyenlerin olmazsa olmazı olan yaşama veda ederken; böyle bir ayrılık notunu niçin yazsın? Bir af dileyiş; o büyük ayrılık zamanı dahi; nezaketin ruhuna dokunmak, ayrı bir ibretsel felsefe ve trajik bir oyun değil midir?

 Bir iz sürücü gibi izini sürmek, son vedasını, notunu yazdığı yere; İstiklal Caddesi; başağa Sokak 13 numaraya gitmeyi hissettim. Ne bulacağım gittiğim o yerde?

  Tamamlanmamış göçün hikâyesini mi? Yitirilmiş insanların manevi kırıntılarını; bir saygı gereği; af dileyen, içinde insan sevgisini yitirmeyen insanın yıllar önce, büyük kararı verdiği yerde; bir anıtsal duruşu; ona yazılacak bir ağıt, bir şiir, küçük bir sesleniş cümlesinin okunuşunu tekrarlamak mı?

  Soysal Ekinci; yitirdiğimiz, ölüme kendi elleriyle giderken dahi, sevdiklerinden özür dileyen bir insanın edebiyata, insanlık uzamına, ebedi bir yolculuk başlatmış sanat insanı…

 Bizler; henüz yaşamdan ayrılmamış olanlar; af dileyen bu insanların manevi ve maddi kişiliklerini, felsefelerini, sanat ve sosyal anlayışlarını yaşatmak için ne kadar duyarlıyız?

  Bir acıma, ayrı bir tamamlanma veya yaşamın kayrılmış tarafında kalmanın kurnaz bir tebessümü; hiçbir zaman sanatın erişmek istediği olan uzama; yani, sevginin, dönüşümün, birleşimin hedefine ulaşamayacak…

 Yaşama tutuma ve ondan vazgeçme iradesi; sadece psikologların, sosyologların verecekleri cevaplarla anlatılamayacak kadar özel, ince titreşimlerin tellerinin insan kulağı ile duyulamayacak kadar uzak bir derinlikten gelirler; çığlık çığlığa veya evrimsel dönüşüme yazgılı bir coşku ateşi içinde…

  Tıpkı Sergei Yesenin gibi; “ Elveda dostum elveda/Elveda sevgili dostum elveda/Sen kökleri içimde uzanan/Ayrılık yazılmış alnımıza/İleride yine karşılaşırız inan/Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada/Ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek.”

  Kaan İnce gibi “ Ve ben güzün ağlayacağım/Sulara çekileceğim dönerken balıkçılar”

  Ve Soysal Ekinci, her sanatçının doğma hali notunu düşer, ölürken doğmanın evrensel erdemi ve ödülü gibi; “ Aydınlar ahh en yakınındakine bile uzak duran aydınlar/Her devinime anlaşılmaz bir homurtuyla karşı çıkan aydınlar”

Güven Serin 

25 Aralık 2018 Salı

BİR YAHUDİ HİKAYESİ


Fotoğraf; Azerbaycan Yazarlar Birliği Sayfasından

Soldan; Resul Rıza,Aziz Nesin,Cengiz Aytmatov


BİR YAHUDİ HİKÂYESİ
---------------------------------

  Aziz Nesin’in Cengiz Aytmatov’dan dinlediği bir yaşanmışlık… Aymatov’a bir gün tanıdığı bir Yahudi; “ Siz, Türk soyundan olanlar, domuz kılına benzersiniz.” Cengiz Aymatov nedenini sorunca Yahudi; “ Çünkü koyun kılları yan yana gelir, iplik olur, dokunur. Keçi kılı, at kılı, deve kılı da öyle. Yalnız domuz kılından dokumaz olmaz, yan yana gelip birleşemediğinden iplik yapılmaz. Siz Türk soylular da birleşemezsiniz.”

  Gerçeklik payını; Türklerin tarihine bakarak masaya yatırmak, en temiz, saf halleriyle sonuca bağlamış olmayı çok isterdim. Nedenleri, niçinler? Kayıpları, kazançları? Bunca beyliğin, devletin yerle bir oluşunu?

  Mustafa Kemal’in akan bu kanı durdurup;”Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” politikası ve yüzümüzü, ilimle, sanatla, felsefe ile birlikte göklere çevirmemizi istemesiniz biricik amacı; bütünlüğün erdemini, akıl, sanat, felsefe ve politikayla da buluşturmaktan ibaretti.

 Bütün bunlar; bu beslenmeler; aklın zarafeti, ince kıvrımlarına giden bol oksijen gibi, gidecek olan öğretilerle olacak şeyler…

  Yunanistan'ın Avrupa Devletleri tarafından korunması, kollanması sadece dini bütünlükten ileri gelmediğini; edebiyatçılarının, felsefecilerinin tüm dünyayı etkileyen bir rüzgâr yarattıklarının büyük enerjisi; Binlerce yıldan beri Ege ve Trakya diyarında salınıp duruyoruz.

  Bizler, sadece Ali Kuşçuyu onun İstanbul'a getirilişini ve daha sonra Ali Kuşçu gibi ilim insanlarının göz ardı edilişini dahi, anlamlı hale getirip, tartışıp sonuca bağlayıp; içsel özürleri dile yememiş atalarımızın çocuklarıyız.

 Ve bugün, gelinen noktada yine yapılmak istenen şey budur; ikiye, üçe, dörde bölmek! Bölmeyi bahane edip; demokrasiyi sürekli topal ayaklı bırakmak…

 Güven Serin 

20 Aralık 2018 Perşembe

GÜVEN SERİN,BU DEĞİRMENİN SUYU NEREDEN GELİYOR?




GÜVEN SERİN, BU DEĞİRMENİN SUYU NEREDEN GELİYOR?
----------------------------------------------------------------------

 Hareketli pasajlardan birisidir atölye olarak kullandığım küçük dükkânın bulunduğu Hüseyin Pehlivan Pasajı. Onu hareketli kılan şeyler birkaç iş yeri ve elektrik faturalarının ödeme veznelerinin bulunuyor oluşundandır.

 Emekli bir öğretmen arkadaş; kendince yarı şaka, yarı ciddi; fatura ödemek için salondan geçerken, pasajın duyacağı şekilde bağırdı;

“ Güven Serin, bu değirmenin suyu nereden geliyor?” Faturasını ödeyip atölyeme gelir gelmez; gazeteden kaç para aldığımı sordu. Hiç! Gönüllü yazıyorum, dediğinde, söyleyecek çok şeyi varmışçasına; o zaman; bu değirmen, sular; hatırlatıldı…

 Başka şeylere; olmayacak şeylere ne çok para bulup, ne çok zaman harcarız da, söz konusu yaşadığımız yerler olunca ve üstelik dünyayı daha iyi kılacak olan yazın hayatına destek vermek, yeterince anlamlı bulunup takdir edilmez…

 Bana bu soruyu soran emekli bir öğretmen. Kendisi de sosyal hayatın içinde olup, şehre katkı vermeye çalışanlardan… Belki de değirmenin suyunu sorarken, kendisi de o sudan faydalanmayı düşündü…

 Kim bilir kaç insan da bu soruyu sordu bugüne kadar. Zor iş; gönüllü olmak! Tıpkı Kurtuluş Savaşının gönüllüleri gibi…

  Sokrates nasıl zamanında anlaşılmak yerine idama zorlandıysa, o da gönüllü sarıldıysa baldıran zehri dolu tasa; dedemin meyhane hayatına, babamın siyasete kurban gidişine duyduğum saygı kadar; saygı ve sevgiyle bağlıyım yazın hayatının manevi sarılışına.

 Kentler, ülkeler; sanayicileri, yöneticileriyle bir noktaya kadar tanınabilir, anıla bilinirler. Sanata adanmış, şairleri, ressamları, yazarları tarafından ise; sonsuzu göğüsleyecek bir ödül; karne veya zamanlar ötesine geçiş belgesi almayı hak kazanırlar.

 Bu işin özü; insanı, doğayı, yaşadın yeri sevip, kendini bu dünyaya borçlu saymak… Bir de hatırlatmak isterim; yazın dünyası şifa kaynaklarıyla dolup taşar. Yüzmesini, yıkanmasını, yeme ve içmesini bilene; o kadar çok lezzetli şey var ki; her daim diri ve mutlusunuzdur; içinizde fırtınalar koparken, yoksulluğunuz dip yapmışken dahi; mülkiyetsizliğinizi, düşlerle dengelersiniz.

 Bu yüzdendir Homeros Destanının ölmezliği; Truva’nın küllerinin merak edilişi, Helen’in ve Paris’in hikâyesi; bu yüzden kıt ve değerlidir; çünkü edebiyatın, mitolojinin ve felsefenin eliyle, sanatçının soluğu ve yıldız tozları karışmıştır hamurlarına…

 Yaşadığım sürece kim bilir daha kaç kişi seslenecek bana; Güven Serin, bu değirmenin suyu nereden geliyor? Şaşırmak isterim bazılarını! Örtülü ödenekten yardım alıyorum, desem; kim bilir ne çok merak tetiklemiş olurum!

 Bu sefer de; acaba kaç para?


Güven Serin 

19 Aralık 2018 Çarşamba

İKTİDAR KARŞISINDA BİREY



                                    İ


Sabancı Müzesi


SABANCI MÜZESİ


SABANCI MÜZESİ









İKTİDAR KARŞISINDA BİREY

  Yılın başında Sabancı Müzesi; Ai Weiwei de ağırladı. Sanatçı, imgelerin, karşı çıkma, etkileme güçlerinden yola çıkma felsefesini anlatan bir dizi çalışmayı farklı ülke ve şehirlerde yapmıştır.

17 Aralık 2018 Pazartesi

MEKAN ve ZAMANLAR ARASI GEZİNTİ


SALT GALATA

Bir mekan olmaktan öte,sığınma,bilgi
ve bilge hissiyatına tutunma,sahiplenme
yeri...


METİN YURDANUR,SALT GALATA


Sanatçının mezuniyet çalışmaları;
Sevdiği üç yüz adını verdiği çalışma;

Hidayet Telli,Nevide Gökaydın,Mürşide İçmeli


1929-1930 yıllarını anlatan bir dergi;
zamanlar arası koklaşma...


Salt Galata




Salt Galata

Öğrencilerin,öğrenmek isteyenlerin
cenneti,buluşma yeri;belki de dönüşüm merkezi


Zamanlar arasına sıkışmış bir mekan;

Santa Maria Draperis Kilisesi

İstiklal...


Narmanlı Han;çok tartışılacak;yapının özgün
hali ve son durumu...


PERA MÜZESİ-Sarkis Parajanov

Pera her daim iyi şeyler yapar.
Bu sefer muhteşem iki sergi;

Sarkis Parajonov ile,
Değişen Zamanlar isimli iki Sergi;
uçsuz bucaksız...








Sarkis

Pera Müzesinin büyüsü,Suna ve Kıraç Vakfının

eşsiz emekleri,katkılarıyla anlam kazanır.
Dünya sanatı,tarihi ve düşünceleri;
hepsi;insana hizmet eder...

Bu sefer,bir tek adım,bir tek cesaretle
Pera demeli;usulca,hiç korku taşımadan;
cafe ve lokantasında bir soluklanma,
sonra,zamanlar,mekanlar arası gezinti;
bütün duyu organlarımızı ve motorlarımızı
çalıştırmış olarak...














13 Aralık 2018 Perşembe

Greta Thunberg's School Strike for the Climate



  
  Kendisini doğuştan
iklimci olarak tanımayan 15 yaşında ki İsveçli Greta THUNBERG;sırf bu yüzden
okula gitmeyi reddediyor. Her gün İsveç parlamentosu önünde protestosuna devam ediyor.
İstediği bir tek şey var; Siyasetçileri iklim konusunu ciddiye almaları...
Konuşmasına şöyle devam ediyor; " Siz, yetişkinler benim geleceğimi umursamıyorsanız,
ben de sizin geleceğinizi umursamıyorum."

6 Aralık 2018 Perşembe

Nesin Vakfı Tanıtım Filmi





"Varından değil yoğundan veren bir halk" Böyle dedi Aziz Nesin;ve böyle inanç içinde yol alan insanlara adanmış bir vakfı kurdu,her daim hüzünle beslenip,kadere teslim olmak yerine,neşenin,bilgi ve görgünün de sahipleneceğini göstermek istedi;varından değil yoğundan veren insanların sessiz çığlığının en güzel mizahını o çizdi,boyadı ve yazdı...

1 Aralık 2018 Cumartesi

AŞİYAN'DA BİR ŞAİR;ŞAİRLER...


Kamera; Güven 



Kamera; Güven


Kamera; Güven



Kamera; Güven

"An Gelir..." 


Kamera; Güven 


                                          AŞİYAN’DA BİR ŞAİR ve ŞAİRLER


 Bir mezarlık, Aşiyan’da; içinde kimler yok ki? Şairlerden siyaset insanlarına kadar; her daim bir toplantı yapılır Aşiyan Mezarlığında. Biraz ötede boğaz, boğazın sularıyla birlikte akıp giden zaman ve gemiler, tankerler; büyük olandan en küçüğüne kadar…

  Aşiyan, çam kokularının buğusu, yaşlı kargaların ilahi seslenişi içinde; kendi doğal haliyle; bir o kitabeden, bir diğerine, küçük patikalardan, yokuşta sizi bekleyen Tezer Özlüye kadar; bildik bilmedik nice güzel ışıldı; mimari estetiği de doğa ile buluşturma denemeleri içinde…

  Bir şair bekler orada; Edip Cansever’dir ismi. Sadece Edip mi? Yok canım; Yahya Kemal, Attila İlhan, Özdemir Asaf, Nigar Hanım, Turgut Uyar, Abidin Dino, Münir Nurettin Selçuk, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli; tam bir şairler buluşması…

 Kargaşa yoktur Aşiyan’da. Sulh, tiyatro sessizliği kadar değerli; servilerin rüzgârda çıkardığı sesler; en hakiki seyirci alkışlarından daha güçlü; ıssızlığı böler, bölüştürür ve pay eder kardeşçe…

  Bir gün gittiğimde söz Edip Cansevere verilmişti. O da, şairin, kalabalıklara karışmanın ve sözcüklerin ne olduğunu bilerek anlatıyordu. Hatta anlatmaktan öte; Ruhi Bey isimli birisiyle konuşuyordu.

 Neler mi diyordu? Bende çok merak ettim. Usul usul sokuldum, diğer mezarları başında duran şairleri de rahatsız etmemek amacıyla. Ruhi Beye, zor sorular soruyordu şair. Olacak iş mi? Ruhi Bey kafası karışık, şairin sözünü algılamaya çalışıyor. Güya, Suyun yanması, tuzda ki yansımasını soruyormuş!

 Yaşama yansıyan iniltiyi, bir saksıda ki sardunya, belki de şairin annesi olabileceği üzerine iyice şaşkına çeviriyor Ruhi Beyi.

  Sadece Ruhi Bey mi şaşırmıştı sanki? Ben de şaşırdım. Şair, sardunya diyor; belki beni o büyüttü, diyor. Ne çok şey anlatıyor; yere dökülen un sessizliğine dikkat çekerek…

  Şairin uzun konuşması, fısıltıya dönüşen sessizliği, servi ağaçlarına konan bir karganın diğer ağaca uçarken düşürdüğü kozalak sesiyle yükselişe geçti. Ve gür bir sesler haykırdı şair;

“ Korkmuyorum artık solumaktan/Solmaktan ve solgunluktan”

  Yine normale dönen ses, başka nefeslerle karıştı. Onca söz edildi ve dikkatlice dinlendi. Diğerlerine sıra gelmiş olmalı ki; Aşiyan’da bir telaş; hepsi heyecan içinde, Ruhi Beye dönük yüzleriyle hep bir ağızdan seslendiler;

“ Çelenklerimizle geldik, yoktunuz/Ara sokaklarda/Pasajlarda aradık, yoktunuz/Meyhanelere baktık, otellere sorduk, yoktunuz/Nerdesiniz Ruhi Bey?”

  O suskun, bezgin, sanki bir mezar taşı olan Ruhi Bey; şairlerin seslenişi susunca başladı konuşmaya;

“ O kadar bekledim ki, geliyorum/Ölümümü bekledim geliyorum/Bir ölüyü ve ölümün bütün inceliklerini’/Bekledim geliyorum/

Ben Ruhu Bey, mutlu olan Ruhu Bey/Ölümümü gömdüm, geliyorum/Bir sonbahar günüydü, geliyorum/Güneşler buz gibiydi, geliyorum/Ve bütün kötülükler/Ölümün armaları gibiydi/Size anlatırım geliyorum.

  Hepsini, hepsini gömdüm, geliyorum”

 Sustu şairlerin tamamı. Yüceydi bakışları; katmaları dolaşan Vergilius ile Dante’nin yüceliğinden de öte; şair ile filozof konuşmalarının; Sokrates’in Savunmasının duygu yoğunluğunun bile ötesine;

  Bir batı kanonu, doğu kanonu ile iç içe; savrulan servi dallarının ritmi gibi; akan boğazın duyulmayan balık çığlıkları, fısıltıları içinde çimdikliyordu ruhumun bedenini.

  Bir gayda, tulum, akordeon; ardından keman, çello, klarnet, trampetler, trombonlar nihayetinde bir lir çalan kadın zarafeti, tüyleri ürperten bir gözyaşının damıtımı, son buluyordu Aşiyan rüzgârına karışan şairlerin ve halkın sesi; sesleri…

Güven Serin