KALABALIĞIN PARÇASI
OLMAK
----------------------------------------------
Kalabalıkların ucu
bucağı yok gibi şehirlerimizde. Kırk yıllık göçler, plansız şehirler;
insanların en güzel zamanlarını bile sıkıntıya sokan, araç gürültüleri, trafik
tıkanıkları; yaşamı, yaşamlara ait değerli kentlerimizi yaşanmaz hale getirdi.
Yolun sonu görünmüşe
benziyor. İmkânı olan; bu güzel yerlerden sıvışmanın, kaçmanın yolunu;
yollarını arıyor. Ne garip bir çelişki! Mimariye, mühendisliğe, felsefeye,
sanata duyulmayan saygı; sadece inşaat sektörüne duyulursa; ortaya çıkan koca
bir kaos…
Bir oyunda; Çehov’un
bir çalışmasında göze çarpan bir konuşma;
“Doktor, yurt dışında en çok hangi şehirden hoşlanıyorsun? –
Cenova’dan. Neden?- Çünkü orada sokakları dolduran kalabalıkta insanı çeken,
etkileyen bir şey vardır. Akşamüstü otelinden çıktığında, sokakların insanla
dolduğunu görürsün. Sen de bu kalabalığa karışır, onunla kaynaşır, belirli
amacın olmadan, gelişigüzel dolaşır durursun. Kendini bu kalabalığın parçası
hisseder, evrensel bir ruhun varlığına inanmaya başlarsın…”
Sakin olma zamanı
gelmedi mi? Şehirlerimizle, zanaat ve sanatla barışma zamanı? Doğayla,
ormanlarımız, vadilerimizi, su yollarımız, denizlerimiz, ırmaklarımız ile ilmi,
gönüllü bir sürece tutunmak zorundayız.
Yoksa doğanın ve
yaratıcının hiç acelesi yok. Yok, oluş ve yok ediş hakkı saklıdır… Bu büyük kandırmaca,
yağma olayı;21.yüzyıl ile son bulmalı! Denendi ve görüldü; en büyük, en zorlu,
en aşılmaz kaleler, krallıklar yıkılıyor; çürüyor…
Oysa ustaca, hünerle
yapılan nice yapı; 3,4,5 bin yıl öteden bugüne el, kol uzatıyor… Bir hikâye-duruş
sergiliyor…
Bağış Erten, bütün bu
kargaşanın içinden sesini duyurmaya çalışıyor; “ İyi Gazetecilik Yavaştır!”
diyor. Yavaş, sakin, doğrulamış, irdelemiş, kanatlanmış haberlerin tadını
damağımıza sunuyor.
Maalesef doğayı katlettik
YanıtlaSil
YanıtlaSilSanırım,sabırlı doğa,cevap hakkını vermeye başladı;milyon yılda oluşanı,yüz yılda yok etme cezası;cezaları...
Rant ugruna çığ gibi büyümus kontrolsüz yapılaşma nefes alınamaz, tamamen betonla kaplı eciş bucus şehirler çıkardı ortaya...
YanıtlaSilPek çok insan hayata bakar, ama onu yaşamaz... Onların gördükleri hayatın gölgesidir... Onlar ne hayatı yaşamaya cesaret ederler ne de hayatın ruhunu, kendilerine sunulduğu gibi anlarlar sevgili dostum.
YanıtlaSilYaşamın, yaşamsal önem taşıyan bütün odaklarına dokunmayı hedeflemek işte bu ince çizgi sanatla, bilimle mümkündür derken, bütün bunları kitapla, resimle, şiirle, sinemayla, romanla, tiyatroyla ifade etme yoluna gitmek ve insanla buluşturmak insani sorumluluklarımızdan ve toplumsal yaşamın daha sağlıklı işlemesi açısından olmazsa olmazlarımızdan biri olmalı derken, hepsinin kendi içinde ayrı bir çekim kuvveti vardır ve hayatın anlamına, bütünlüğüne güzellik katmaktır. Bu bütünlüğün içsel boyutlarında kalabalıklarda sürü olmamak için;
''Yürekle aramak gerekir. Hakikat, göremediklerimiz-dedir.''teşekkür ederim sevgili yazarım.
Kentin karmaşasından, görüntü ve ses kirliliğinden bunalıp köye yerleşeli üç yıl oldu. Ancak burada da benzer sorunlar var. Kentlerin varoşlarında rastlanan çirkin, apartmanımsı yapılar hızla çoğalmakta. Yeşil doku gün geçtikçe azalıyor. Sık sık kendime ''geldiğimize değdi mi? sorusunu soruyorum
YanıtlaSil
YanıtlaSilBüyük göçler;daha rahat,daha huzurlu ve zengin yaşama umutları...Sanki büyük bir kopuşun parçası gibi...Oysa;insan ne kadar uygar şehirlere aitse,o kadar da yabanıllığa doğanın saflığına muhtaçtır. Beslendiğimiz,ruhumuzu dinlenceye çektiğimiz yerler doğada;hatta hiçbir zaman kopmamış köklerimiz;onun vadilerinde,yaylalarında,tepelerinde,mağaralarında nefes almaya devam ediyor. Teşekkürler sevgili arkadaşlar...