ÇEHOV’UN MARTISI
------------------------------------
Şehrimizde yaşayan
ve doğaya her hayvan gibi faydalı kuşlardan birisidir martılar. Onların birçok
becerisini farklı zamanlarda ki deneyimlerimden biliyorum. Adalara giderken
karşılaştığım fırsatçı martılardan, Tekirdağ sahilinde çığlık çığlığa atılan
her yiyeceği, günün fırsatı sayan bu hayvanlara; onların uçuş becerilerine, çok
hızlı alçalıp, sağa sola dönüşlerine saygı; gıpta ile bakıyorum.
Çohov’un martısı
yalnızlığı veya körlüğü seçmişse; bizim şehrimizin martıları tam da bunun tersi;
ciddi bir sosyallik becerileri geliştirmişlerdir. Bilmediklerimizi konuşamayız,
yazamayız; anlatamayız. Belki de bizlerin gördüğü o büyük martı kolonilerinde
de arkadaşlarına küsüp yalnız uçan, yaşayan martılar da vardır; yaşlılık,
kırgınlık veya kendine özgü karakteri yüzünden…
Çehov’un martısı;
sevgiyi, karşılık bulamayan aşkı temsil eder. Çırpınır durur. Kendini ifade etmek,
anlatmak istese de; sevgi ve sevgililerin dengede olmayışı, sevilenin reddetmesi,
sevenin ise garip bir martı yalnızlığı içinde kadersel bir çöküş, kaybediş,
yaşamdan lezzet alamayışa kadar uzanmasıdır.
Kendini Martıya
benzeten Çehov karakteri; Nina; ona âşık olan Treplev’i görmez bile. Oysa
Treplev’in kalbi Nina için atar. Ya Nina’nın kalbi? Trigorini; yani bir yazarı
sever. Hayal kırıklıklarıyla dolu yaşamlar…
Önce martı ölür. Yani,
Treplev bir gün bir martıyı öldürür. Bunun bir alçaklık olduğunu bilse de,
kendi yazılarını Martı ismiyle imzalayan, aşkına karşılık bulamadığı Nina’nın
önüne atar. Martıyla birlikte kendi ölümünü, ölüm fermanını o zaman sunar…
Nina’nın genç
aşığıyla ilgilenecek zamanı yoktur. Çünkü o başka bir sevginin; sevdanın peşinde…
Çıkmaz sokak; bataklık çamuru gibi; debelendikçe debelenir sıkışmış insan;
insancıklar…
Oysa ne çok seçenek
var yaşamın önünde; içinde; kıyıcıklarında. Küçük sandığınız tepelere gitmeyi
deneyin! Karşınıza çıkacak zahmetli yolun, içinden geçeceğiniz vadilerin, uçurumların
derinliği, gizemi, saklı kalmış suyolları, çınar ağaçları, birbiriyle şölensi
bir birliktelik yaşayan dağ sümbülleri, ardıçlar, papatyalar, meşeler,
katırtırnakları görecek; yeni yolların ve yollara bırakılan ayak izlerin
öykülerini bilme, anlama hakkına sahip olmanız işten bile değil…
İkinci perdede bir
martı öldürülür. Dördüncü perdede ise, martıyı öldüren Treplev kendini vurur.
Bir ses patlar; yaşamı alacak çelik bir mermi ilerler; yaşamın odacıkları,
bütün duyguları yöneten, aklın, mantığın içinden.
İlginçtir olayı ilk
gören Hekim Dorn, orada bulunan anneyi dışarı çıkarmalarını söyler. Bunu
söylemeden önce bir türkü mırıldanır;
“ İşte yeniden
karşında senin, büyülenmiş gibi duruyorum ben.” Bu şarkı o an mı bestelendi?
Öleni mi, kalanı mı; dünya yaşamın yanılgılarını mı anlatıyor bilinmez; bilinen
şey; perde kapanmıştır. Hiç kimse aşkına karşılık da bulamamıştır.
Çohov, ince zekâsıyla,
girdaba düşmüş insanları; düşecek olanları da uyarma biçimini bir güzel yazıyor,
okuyor ve anlatıyor. Ne kadar çok yaşam, yaşantı ve tecrübe olsa dahi; ilkel,
yabanıl kalmak isteyen insanların kaçınılmaz sonları, çelişkileri ve acılarıyla
bandırma, karın doyurma becerisini bir kez daha öğretiyor; bu sofraya davet
ediyor bizi; bizleri…
Özlemişim; Çehov yapıtı okuyasım geldi..
YanıtlaSil
YanıtlaSilÇehov,değerli bir rüzgar;esinti...
çehovu da bütün eserlerini de martı vişne bahçesi çok severim. tolstoyu da. ikisi de iyi arkadaş, birlikte bir fotoları var onlara hep bakarım. ay dedelerim deriiiim :)
YanıtlaSil
YanıtlaSilGüzel buluş;"ay dedeler" ve dünya edebiyatının vazgeçilmez olanları;tıpkı dünyanın ay dedesi gibi...