EFENDİLİKTEN İSTİFA
EDİYORUM
-------------------------------------------
Çoktandır
görüşmediğim neredeyse çeyrek yüzyıldan bu yana tanıdığım arkadaşımı gördüm;
sulara yakın olan denizin kıyısında. Cigara üstüne cigara yakıyordu; her
zamankinden daha fazla…
Buyur etmeye
bayılır. Bonkörlüğüne de diyecek yok;varsa cebinde parası; Çingene kültürü
gibi, günün ve gecenin safhası sürülecektir demek…
Kısa bir hal hatır sorma…
Belli ki canı sıkkın… Böyle zamanlarda uzun sessizlikleri, bu sessiz anlara
saygı gösterdiği için daha da çok severim arkadaşımı. Halden anlar; laf olsun
diye konuşmak yerine, masanın, ortamın ruhuna odaklanıp; sezgisel bir güzellikle,
düşünceye, sessizliğe saygı duyar.
Sanki bir mırıltı,
fısıltı bile değil duyar gibi oldum; “ Efendilikten istifa ediyorum” anlamakla
anlamamak arasında gidip geldim. Bir kez daha yineleyince doğru anladığımı fark
ettim.
Niçin? Dedikten
sonra, aslında alacağım cevabı biliyordum. Nice efendinin başına gelen onun da
gelmiş, gelmeye devam ediyor…
Bilirsiniz,
efendilik; yani övgüler arttıkça, mahkûmiyet de baştan esarete dönüşür;
çocukluktan bu yana. Her şeyi sana yaptırmaya, senden beklemeye başlar; bizim
soylu insanlarımız. Sen büyüksünden, sen olgunsuna, sen dürüstsünden, sen
anlayışlısına kadar; nice şan, şöhret ve mahkûmiyet sözcüğü…
Övgü almak, insanın
yaradılışında olan dengeli yaşaması, kırmak, yok etmek yerine var edici olmanın
yanlışlığı var mı? Elbette yok! Yok, olmasına yok da; en başından beri; başını
değerli ve istikrarlı bulan leylekler gibi başına nice şey üşüşür insanın.
Öyle ya; sen
hoşsundur. İstikrarlı, her türlü mevsime, şarta-şurta göğüs gerensindir… Senin
moralinin bitmediği gibi paran da bitmez; hasta da olmazsın; olmamalısın; çünkü
sen efendisin yahu…
İşte, masasına
oturduğu efendi de böyle bir insan. Şunun malıymış, bunun tapusu, paftasıymış;
filanca şu kadar kazanmış; neredeyse tüm yaşamını bunlardan bu tür gürültü,
şamatalardan uzak bırakmayı, bir zanaatkâr gibi sağladı.
Zanaatkâr olmak
yeterli mi efendiye düşkün olanlardan kaçmaya? Hiç sanmam! Zanaatkârlar hiçbir
devirde boş kalmaz. Daima inşa edecekleri yapılar; onaracakları ruhlar vardır.
Onlar bütün bunlardan korkarlar mı? Hayır; son ana kadar çalışmayı; bu manada,
terlemeyi severler; yazgıları böyledir.
Fakat onlar da
insandır; biyolojik yapıları, ihtiyarlayan bedenleri, yorulan ruhları vardır.
Biraz; bir parça, bir kırıntı anlaşılmak isterler; nice kuru nutuktan çok öte;
doğanın doğallığına düşkün oldukları için; bir parça doğal, içten bir şey
beklerler.
Bizim efendi de böyle
beklenti içinde yarım yüzyıl geçirmiş. Şimdi, yorgun; bir parça bıkkın… Ve
istifa ediyor efendilikten… Bilmiyor ki; istifa dilekçesini kabul edecek kurum,
kuruluş yok; yazgısı böyle…
Güven Serin
Evet, gerçekten zordur efendi ya da hanımefendi olma durumları. İstismara açık durumlardır. Tıpkı vicdanlı olmak, yardım sever olmak, anlayışlı olmak gibi.
YanıtlaSilVelhasıl hepsi zor... Şu genler yok mu? Teşekkürler
YanıtlaSil