"Ben bir sahtekarım...Hiçbir değerim yok..."
Sainte Colembe
DÜNYANIN BÜTÜN SABAHLARI
--------------------------------
Filmin içine
yerleştirilen son sözler bütünü; belki de tüm hayatımızın düşselliğini
anlatıyor oluşu oldukça etkiledi. Bir türlü kök salmamış ihtiraslarım, çoktan
yok olmuş; belki de bana ait topraklarda hiç tutunamamış kinim, dertlerim;
eriyik sıvısı aktı geçti yanı başımdan.
Yeraltı şehirlerine
Kharoon’un beklediği ırmağın başına gider gibi sızdılar yeraltı dünyasının
derinliklerine.
Görüntü ve sesleri,
söz ile birleşmiş, yakın plan çekimleriyle insanı titreten bir film olarak görmek,
kabul etmek; üç kişiye; üç sanatçıya yanlış yapmak olur.
Kitabın sahibi,
Pascal Quignard’a, filmin yönetmeni Alain Corneau’ya ve onlara besin-ilham
sunan besteci Sainte Colombe’ye…
Kadim zamanlardan
kalan filozofun sözü, besteler kadar etkilidir;
“ Aynı suda iki kez
yıkanılmaz” diye, geçişi, yok oluşu, fark etmeyi sımsıkı yapışmak yerine mülkiyetlere,
unvanlara; sadeliği, zarafeti çağıran bir ses; aynı düşünce yüzyıllar sonra sinemanın
eli, ağzı ve büyüsüyle çıkıyor yeryüzüne;
“ Dünyanın bütün
sabahları geri dönüşsüzdür.”
Her şeyi başaran,
canlıların en üstüne oturan insan; bütün çabaların, yaşanan bütün sabahların
geri dönüşsüz olduğunu inanır gibi görünse de bir türlü inanmaz. Sokakta, caddede,
iş yerinde; ibadethanelerde, okullarda; hep aynı çekişme; garip yer kapma,
üstünlük savaşı; gurura, cehalete, kine teslim olmuş kavgaların çığlıkları…
Oysa Sainte
Colombe’nin bestesi de acılar için yazılmıştır; “ Acıların Mezarlığı” hep
viyolonun telleri arasında, tellere dokunan parmaklarını hareket ettiren
bedenin ruhunda; baştan beri atomlarımızda; bizi biz yapan elementlerin özünde
saklı duruyor.
Viyola’ya altıncı
telin yetmediğini gören Colembe yedinci teli ilave ederek insan sesinin tüm
notalarını çalmak istiyordu;
Bir kadının iç çekişini, ya da yaşlı bir adamın acıklı
sesini…
Sadece filmlerde
olur sanırsınız; insana dair en hakiki haykırışlar. Yine de öyle sanın!
Filmlerde de olsa; tüccar yazarları, şairleri, bestecileri ve insanın yarattığı
alış-veriş aracına tapınmayı bu güzel sözlerle hatırlamak isterim;
“ Ben bir sahtekârım… Hiçbir değerim yok… Hiçliğe özendim,
hiçliği topladım. Paranın tadı… Ve utanç…
O ise müzikti… Tüm
dünyaya, ölürken yakılan büyük meşaledeki ışıkla bakıyordu. Onun arzu ettiği
son noktayı göremedim. Bir üstadım vardı… Gölgeler aldı onu.”
Durup dururken, bir melodi gelir aklına, söylemeye başlarsın. Sessiz, içinden yalnızca, varlığını melodi ile içirip doyurursun, melodi tüm güçlerine el koyar. Sende yaşadığı sürece, içinde tesadüfen kalmış, kötü, kaba, kasvetli ne varsa silip atar, dünyayı da alır kapsamına. Zoru kolaylaştırır, donup kalmış nesneleri kanatlandırır. Evet sevgili dostum ''Dünyanın bütün sabahları geri dönüşsüzdür'' filmini izlerken, sanatın bütün dallarının; evrenin en büyük nakışçısı olduğunu bir kez daha gördüm.Teşekkürler sevgili yazarım.
YanıtlaSilÇok dokunaklı, çok sarsıcı ve muhteşem....Teşekkürler Güven ,selam ve sevgilerle...
YanıtlaSilDostlar; dostlarım;teşekkür ederim;yazarken benim de farklı duygular taşıdığım bir çalışma...
YanıtlaSil