Kamera; Güven Gaziköy
Viranlık krallığını duyurmuş burada...
Kamera; Güven Gaziköy
Kamera; Güven Gaziköy
Kıymet Hanım,Makbuş Hanım;saygıyla...
Kamera; Güven Gaziköy...
GAZİKÖY SESİNİ DUYURAMIYOR
----------------------------------------------
Ne yapsa çare değil
Gaziköy’ün sesini duyurması. Tek çare göç gibi; insanlar bir bir göç etmiş ve
ediyorlar…
Üstüne üstlük bütün
bu sorunlar yetmezmiş gibi; kan davası… Kulağa ne kadar acı ve tuhaf geliyor…
Gerçekler; bazen tuhaf ve rahatsız edicidir; yüzleşmemiş, yüzleşemeyen insanlar
için.
Gün yükselirken
gökyüzünde doğudan batıya doğru; ilerleyerek güneyin yamaçları üzerinde biz de
öyle ilerledik Tekirdağ Gaziköy diyarına. Sahil boyunda oturup bir çay içen
için ne kadar farklı bir yer!
Tam da yaşanacak bir
yer; dersiniz; ulu çınarın altında, serçelerin şamatalarını dinlerken… Az ötede
Marmara; olanca suyu ve tükenen balıklarıyla hiçbir şey ifade etmez Gaziköy
insanı; insanları için…
Onlar; dört elle
sarılmışlardır bağalara; zeytinlere… Bir türlü para edemeyen, köyü yok sayan
anlayış, irade ve idare biçimlerine rağmen direnen Gaziköy insanı; arka
sokaklara; kuzey yamaçlarına inince daha iyi anlaşılıyor…
Gaziköy’ün Rum
Kültürünü anlatan dar ve taştan döşenmiş arka sokaklarına sokak demek mümkün
değil artık. Taşları çoktan yerinden oynamış ve çıkmış… Sokak demekten öte
geçmiş… Kan davasına konu olan hanenin kadını, gelini kesiyor önümüzü! Tam bir
feryat içindeler; bağırlarını deşsen acı duymayacak biçimde haykırıyorlar…
Kendi kişisel
sorunlarını bir kenara bırakıp; bu sokağı yaz, tamir edemediğimiz, başımıza
yıkılan evlerimizi; bizim olmayan sokağımızı, feryadımızı duyur, diye
yankılanıyor sesleri Gaziköy yamaçlarında.
Koruma, kollama içine
alınan; Sit Alanı ve tarihi, turistlik önemi var diye Büyükşehir Belediyemizin
önemi sırasında öncelik alan bu yer; ilgisizliğin tam da merkezi olmuş…
İnsan şaşıyor; hatta
şaşırıyor… Niçin; her şeyin göstermelik olduğunu, bir türlü öze dokunacak
şeylerin başlamadığı adına; hiç de zor olmayan önlemler alınması ne büyük
anlayış, sevgi çıkartırdı ortaya…
Gaziköy gibi yirmiye
yakın köyün olması; ahşap ve taş usta, kalfa, çıraklarının da yetişmesi adına
fırsata çevirtilmesi gerekirken; hazır taşlarla, çakma görgü ve bilgilerle
tarihi ve turizmi aramaya, çağırmaya çalışıyoruz…
Yolu, yordamı,
koruması olmayan feryat eden kadınları geçip; yol olmaktan çıkmış sokaklarda
ilerledik. Terkedilmiş gibi bir köy; denizin, turizmin, insan kültürlerinin
hemen kıyısında; etraf inanılmaz bir adaçayı kokusu içinde…
Bir yerlerde adaçayı
mı demleniyor diye tartışıyoruz Bülent ile… Bir demlik adaçayı bu kadar etkili olup,
sokaktan yamaçlara iner mi diye kuşkuya dokunuyorum. Biraz daha ilerleyince bir
başka viranlığın yakınında Kıymet Hanımla bildik törene başlıyoruz;
Hoş geldiniz misafirler. Hoş bulduk ablacığım. Kıymet Hanım
83 yaşında. Yüzünde adaçayı ve yaşama sımsıkı tutunmuşluğun kokulu anlayışı…
Viran evini gösteriyor; yıkılmış ve yaptırılmıyor. Akrabalarından duacı; başını
sokacak prefabrik bir ev yaptıkları için…
Kıymet Hanım komşusu
Makbuş Hanımın kapısını çalmadan açıyor. Bir başka ulu güzellik; 85 yaşlarında;
bir göz odaya sığınmış… Çoluğu, çocuğu misafirliğe geldiklerinde kalacak yer
olmayışının yalvaran gözleriyle süzüyor beni…
Hepsi insan yüzleri…
Topluma, aile yaşamına çocuk sunmuşlar; Kız, erkek evlat vermişler… Şimdi hak
ettikleri korunmayı, saygınlığı ve ilgiyi bekliyorlar.
Gaziköy yalnız mı?
Bunca yıl oyalanmışlığın acısını çıkartıp, varken yok olan bu yer Tekirdağ
turizmine ve yöre insanına çok ciddi katkılar sağlaması bu kadar yakınken;
niçin bu kadar uzak?
Kadir Bey; senin turizm
projelerin niçin bu kadar ağır işliyor? Kâğıt üzerinde bu kadar kolay olan
işler; eyleme dökülmezse; yarınlara nasıl bir izah, saygınlık, itibar içinde
çıkacaklar?
Taşları sökülmüş,
yerinden çıkmış sokak aralarında taş ve ahşap evlerin mezarlıkları arasında
dolaşırken bir başka ev dikkatimi çekti. Gösterişi ahşap kapısında bir işaret,
anlatı, haykırış bulabilirim diye yaklaştım. Kırılmış, dökülmüş; güvenliğini
sağladığı evin salonu kırıklıklardan görünüyor.
Bu görüntü aynı
zamanda etrafa yayılan adaçayı kokularının da kaynağını görmemi sağladı.
İçerisi son hasat ürünleriyle dolu; kurumaya bırakılmış adaçayı örtüsü…
Yeşilin, dayanıklılığın ve doğallığın kokusu; viran, yalnız Gaziköy ile
uyuşmuyor…
Güven Serin
Çoktandır rastlaşmıyoruz derken gerçekten de ben rastlamamışım yazılarınıza. Dün ve bugün yazmışsınız. Nilgün Marmara'dan söz etmişsiniz. Hep içimi sızlatmıştır, sanatı kaldırabilen yaşamı kaldıramayan yürekler. Diğer yazınızı az sonra okuyacağım. Selamlar..
YanıtlaSilÇok beğendim. Eline sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim sevgili dostlar...
YanıtlaSil