Kamera; Güven
İstanbul Modern Sanat Müzesi
İÇİNDE KİM VAR
Tam da lazım olan
zamanda İstanbul Modern Sanat Müzesinde, nice sanatçı gibi, ömrünün dem verdiği
zamanlarda bir başka sanatçı; İnci Eviner sesleniyor; sanatı lüks saymayan,
sanata yaslanan sanatçının tam da halkın içinden taşıdığı insana dair olguları,
iradeyi sergiliyor.
Halkı sadece kırılma
zamanlarında, oy zamanı hatırlayanların dışındadır sanatçı. Akan büyük
ırmakların tıkanmış yataklarını, bin bir parçaya bölünüşünü ve suların önüne konan
barajların etkisiyle etkisizliğini anlamaya ve anlatmaya çalışır…
Şimdi soruyor bize;
“ İçinde kim var? ” diye… Kaç kişi cevap verebilir; içinde ki etkinin, onu esir
almış inancın zincirleri tutan sahibini söyleye bilir? Kaç insan, sadece kendi
varlığının, bütünlüğünün, esenliğine giden yolun yolcusu olup; gerektiğinde
kendi varlığını ortaya koyabilir?
Bunu ancak sanatçı
yapabilir. Bedenini de, ruhunu da ortaya koyar. Acıyı da, acısızlığı da
anlayıp, anlatır… Siyasetçinin basit sözcüklerini, kefen giydik, laflarını bir
toplumun kâbusa dönen dünyevi algısını daha da köşeye sıkıştırıp, körleşme ve
kısırlaştırma becerisi göstermez.
İnci Eviner
İstanbul’un kaynadığı şu anlarda, sanatın kupkuru görülüp, sanat merkezlerinin
en güzel yerlerde olmasına rağmen çok az insanın girdaptan kurtulup, bu mekânların
serin, sessiz ve derin dehlizlerine sığındığını görüyorum.
Düşünceye dayalı her şey,
lüks veya gereksiz gibi algılanıyor. Ya sonra? Tam da kazandık denen kurnaz zenginliklerde,
her şeyin boş olduğunu, kavgaların anlamsızlığını, dostu düşman, düşmanı dost
görme çelişkilerini yaşamıyor muyuz?
Eksiklik bellidir
dostlar; insanın nöronlarını; aç, kısıtlı; korku ve ayıplarla; kararmış cezalarla
teslim ettiğimiz an; bilinen bütün akış tersine dönmeye başlıyor…
Hiç düşünmez mi bir
ülkeyi, bir ırkı suçlarken konuştuğu mikrofonun, görüntü verdiği televizyonun,
ses aldığı cep telefonunun düşman dediği insanlar tarafından üretildiği… Sadece
ezbere sunulan düşüncenin, kültür aktarımlarının eninde sonunda başka
milletlerin kölesi olacağı belliyken, örnekleri doluyken; sanata, felsefeye,
bilime küsmenin sırtını dönmenin âlemi nedir?
İçinde kim var?
Diyor sanatçı. İçimizde ki organların işlevini sormuyor elbet. Ama biz
sorabiliriz! Kalbimizin, beyin hücrelerimizin, böbrek ve karaciğerimizin
faydalarını, ihtiyacı olan mineralleri, vitaminleri, yağları, proteinleri de
sorabiliriz?
İçkinin,
içilmezliğini değil de, suyun bile fazla olursa, boğulma tehlikesini
bilebiliriz…
Sanatçı, düşünce
sanatı içinde düşünce deneyi yapan bilim insanı gibi ses veriyor; öteden,
beriye ve geleceğe;
“ Bana Kötü Bir Şey Oldu
Kadının dilini çöpe attılar…
Şimdi yüzyıllar üstünü örtecek.
Kötü bir şey oldu bana.
Bak bana ne yapıyorsun?
Tırnaklarımı etinden ayırıyorsun.
Kötü bir şey oldu bana
İyi değilim.
Bak bana ne yapıyorum.
Saçımdan asıyorum kendimi
Kötü bir şey oldu bana.
Ben bu sözcükleri şairlerden değil
Bıçak yaralarından topladım
Yüzde yüz kin nefret…
Hakkını helal etme! “
Sürekli dışa mahkûm
olan, yabancı dediği kuşkunun esiri olmuş, satranç oyununu lüks veya gereksiz
saymış, kütüphaneleri anlamsız bulmuş; demokrasi nöbetine gitmek kadar,
kitaplara koşmak… Tarihe, yıkılan imparatorluklara da gitmeye özen göstermek;
yaşamı istikrarlı ve anlamlı kılmak adına; dışımızda ve içimizde KİM VAR, diye
sormak; tıpkı sanatçının kırk yıllık emeklerini anlamaya çalışmak; ne büyük
halk; ne büyük demokrasi; seçme ve seçilme, kabul ve reddetme iradesinin
elimizde olduğunu bilmek kadar güzel bir demokrasi…
Güven Serin
YanıtlaSilİrdeleyen,sorgulayan dokunuşlarla, modern sanatın; insana kattığı bu zenginliğe ve bu çalışmayı anlamlı ve değerli kılan edebi paylaşımına içtenlikle teşekkür ediyorum sevgili yazarım..
YanıtlaSilBen teşekkür ederim;saygıyla...