Sayfalar

8 Haziran 2016 Çarşamba

BENİ KİMSE ANLAMIYOR


Anlaşılmayı istemek; anlamayı öğrenmekten geçiyor;
ne büyük yol ve yolculuk..


ANLAŞILAMIYORUM

 Akşam saati yaklaşırken işyerine arkadaşım geldi. Hani nasıl derler; suratından düşen bin parça…

  Ardı ardına bir hafta istikrar içinde yaşayamadığımız hayatlarımız; belki de böyle sallana sallana, sarsılar sarsıla en iyiye yol açacağız…

  Arkadaşım, dokunsan ağlayacak durumdaydı. Fincanda çay söyleyerek başladım işe. Kurtarıcı olmaktan öte sohbet etmek; güzel şey kırılma anlarında. Belki de insanın en bezgin anlarında esas sağım işi yapılır; ürün verir; yaşamın kendisine dokunur; bütün hissiyatıyla.

 Arkadaşıma ne oldu; deyince, şehsi bir olaydan çok genel bir sıkkınlığı anlatmaya çalıştı. Bütün konuşmalarının merkezinde “ Beni Anlamıyorlar” , “ Hiç Kimse Beni Anlamıyor” şikâyetini adeta perçinleyerek tekrarladı.

 Hep peşinde koştuğumuz şey anlaşılmaktır. Bunun yanında kabul görmek… El üstünde tutulmak… Yani, önemsenmek; tam olarak anlaşılmasak da, insan önemsendiği zaman; yani yeterince “haklısın” diyen varsa; aslında esas ANLAŞILMAMAK o zaman başlıyor.

 Yanılgılar, saplantılar ve ileride büyük bir hayal kırıklığı yaşatacak övgüler, alkışlar insanı en güzel zamanlarında; yaşın kemale erdiği, onurlu, erdemli bir yaşam keyfi süreceği zaman yalnız bırakmaz.

 Örnek vermek gerekirse; yaşamını sert karakterli, bol apoletli, kariyerli geçiren insanların hazin sonu böyledir. Kırılmalar, kırgınlıklar çöker üstüne; yaşarken, beden ölmemişken.

  İşte tam da bu yüzden anlaşılmamak önemlidir. Size niçin? Sorusunu sorduruyorsa daha da önemlidir… Niçin anlaşılmıyoruz? Bizi anlayacak olanlardan ne bekliyoruz? Kıyamet gibi popülerlik, yani birkaç kelimeyle konuşmak yayılırken; yaygınlaşmışken anlaşılmıyorum demek; tam da safdillik olacak.

 Bir eşeğin bile taşıyacağı yük belliyken, insanın anlaşılması için, karşısında ki anlama becerisi insanları iyi tanıması gerekmez mi? İnsanın gözü, kulağı sadece önde ve yanlarda olmadığı öteden beri bilinir.

 Algılarımız; sezgi, görgü, bilgi, deneyimle yoğrulmuşsa; gözlerimiz, kulaklarımız bedenimizin her yerindedir. Tıpkı çok iyi donanımlı savaş uçağı gibi; radarları açıktır. Menzili, hedefi veya koruma kabiliyetini bilir.

 Anlaşılmayı hak eden insan; aydın insansa, uygarlığın yalnız çocuğu olmayı da hak etmiştir. Zordur işi. Ama oldukça keyifli, heyecanlıdır. Evrenin fısıltıları her şekilde üzerine yağmaya başlar.

 Anlaşılma isteği olan insan; anlamayı da çözer. Çiftçinin dilini de, işçinin terini de, esnafın nazik beklentilerini de bilir. İlk önce o anlar; kolay gelsin, bol kazançlar, deyip onların önemsemelerini saygın bir şekilde yerine getirir.

 Bilin ki anlaşılmaya başlamışsınızdır; sessizce, ağır ağır; ama ileriye dönük…

  Fazıl Hüsnü Dağlarca fizik öğretmeni tarafından oldukça sevilen bir öğrencidir. Onun dersinde hocanın gözünün içine baka baka şiir yazarmış. Hoca da onu amma çalışkan öğrenci diye ayrı bir severmiş. Çünkü Fazıl Hüsnü Dağlarca, anlattıklarını not tutuyor sanıyormuş.

 Fizik öğretmenleri yani namı diğer Gos Baba çok iyi bir öğretmen olmasına rağmen; dersini öğretmek, öğrencilerini yarınlara hazırlamak için oldukça uğraş veriyormuş.

 Öğrencilerin Gos Baba dedikleri fizik öğretmeni kızdığı öğrenciye, demir hokkayı tutar şöyle seslenirmiş;

 “ Şimdi cism-i sakili kafana fırlatırım.”

 Anlaşılmak, anlattığını anlamaları için neler yapılmadı bu diyarda. Hem de iyi bilinen öğretmenler, imamlar, anneler, babalar. Dövdüler, sövdüler, falakaya yatırdılar. Eskiden karakola gidip de sopa yemeyen yoktu.

 Niçin? Hepsi anlaşılmak için mi?

  Hayır! Yeterince eğitim, uzağı görme, dönüşüm yaşayıp kentli olmadığımız için…
Uzağı görmek, sadece bilim insanının işi değildir. Yaşamı önemseyen sıradan insan bile bu görgü sayesinde anlaşılır, sade bir yaşam sunar; hem de nazik, alçak gönüllü bir görüntü içinde.

  Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın babası okuldan geldiğinde sorarmış; “ Bugün ne öğrendin?” Fazıl Hüsnü cevap verir; “ 30-30 şey ! “ Babası ise şöyle söylermiş;

  “ Yok! 20-30 şey görülür. Öğrenilmez. Bir şey öğren”

Yaşama ait 20 ile 30 bin gece yaşayan insan; her gün bir şey öğrenmeyi denemiş olsa; anlaşılırlık ve anlaşılmazlık söz konusu bile olmazdı; sonsuz evrenin uçsuz bucaksızlığı gibi bir şey olduğu anlaşılırdı hayatın ve dünyanın. Çünkü bizler evrenin biricik ve sonsuza dönük parçalarından başka hiçbir şey değiliz.

 Güven Serin 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder