KARA KARTAL
Kızımın odasına
girince kendi elleri parmaklarıyla hazırladığı Kara Kartal çalışmasına baktım.
Beyaz kâğıt üzerine siyah ve kalın bir yazı ile etrafını da çeşitli semboller;
yıldızlar ile süsleyerek bir flama gibi tam da yattığı yerden göreceği bir yere
yapıştırmış.
Kara Kartal
Beşiktaş’ın simgesi bir kuş; göklerde süzülen güzel bir hayvan. Bülbül
ötüşüyle, nazik ve küçüklüğüyle ne kadar saygı duyuyorsa, kartal da büyüklüğü,
beslenme zincirinde en üste bulunması nedeniyle ayrı bir saygı duyuluyor.
Gökyüzü ve kuşlar
insanlığın başından beri ilgi, korku ve merak uyandırmıştır. Sporun ticarete
döküldüğü bu zamanda yine de insanların vazgeçemediği spor dallarının en
üstünde bulunur futbol…
Babadan gönüllü bir
mirastır Beşiktaşlılık. Gönle akan yönü sezgisel olmakla birlikte, siyahın
beyaza, beyazın da siyaha olan birlik olma; yer ile gök, gece ile gün gibi bir
serüveni de içene alması olabilir mi diye düşünürüm zaman zaman…
İçimdeki muhalif
taraf, ezilene, ikinci, üçüncü hatta yarışa hiç katılmayan, ruhani bir yarış
içinde olanların birinciliğine adanmış bir felsefenin de ürünü olabilir siyah
beyaz renklere tutulup, babadan miras alınan bu tutku.
Fanatik Beşiktaşlının
benimle dalga geçeceği de belliyken, baştan beri olan tutkum; oldukça sessiz ve
ilgisiz… Sevmişim ya bir kere; uzak, yakın, ilgi veya ilgisiz; sportif ve
ahlaksal açıdan iyiyse; yüreğim kabardığı gibi ilgim de artıyor.
Bu ilginin en yüce,
yüksek olduğu zamanlar 1980’li yıllardır. Belki de o hissedişlerim, futbol
alakam hiçbir zaman ortaya çıkmayacak…
Süleyman Seba’ın istikrarı,
ciddiyeti ve mütevazılığı sanki bütün sevginin en tavan yaptığı anların en
yükseğiydi. Kendi yağıyla kavrulmanın, kendi toprağında yeşermenin, rekabetin
estetik ve ahlakla birleştiği engin düşlerin zamanı…
Futbol üzerine
tezler, doktora öğrencileri 1980’li yılların projelerini bin bir titizlikle
hazırlasa; ortaya çıkacak şey; olduğun gibi, ya da göründüğün gibi ol arkadaş…
Yapaylıktan, spora ticareti, hilebazlığı bulaştırmaktan kaçın; kaçın ki tarihin
sayfalarına karanın da, beyazın da, sarının, kırmızının, yeşilin, laciverdin,
bordonun, mavinin de spor, sporcu renklerinden öte hikâyeleriyle anılansın,
şanlarsın…
Beşiktaş’ın Osmanlı
Sporla oynadığı maçı izlemek için Saki’ye gittim. Küçük bir yer ve yüzü
gülmeyen esnaf… Beşiktaşlı taraftarlarla doluydu. Gencinden orta yaşına kadar…
Biram ve ciğer, bir parça kuru soğan ve erken gelen goller sezonun bitimine bir
hafta kala Beşiktaş’ın Şampiyonluğunu müjdeliyordu.
İçimde eksik olan bir
şeyler vardı! En az şampiyon kadar rakiplerin seni kovalaması, bir yandan dibe
çekmek isterlerken, aynı zamanda düşlerin yükseğine itmeleri en az şampiyonluk
kadar önemliyken, Beşiktaş’ın mabedi denilen İNÖNÜ stadı parayı veren düdüğü
çalar misali bir şirket ismine dönüşmüştü.
Ve ben Beşiktaş’ın
Şampiyonluğuna herkes gibi dıştan değil de içten sevinmeye devam ediyordum;
sporun başka taraflarına adanmış, belki de orada tutkulu bir esaret içinde
kalmış sessiz bir ruhun, hakiki yarışlara, terlere, ahlaki bir güzellik içinde
rekabete dâhil olan her şeye minnet duymanın büyük veya küçük algılarıyla maçın
ikinci yarısını beklemeden rüzgârın olduğu yere Yelken Kulübe gittim…
2015–2016 yılının
şampiyonu Beşiktaş… Kızımın önceden hazırladığı Kara Kartal yazısına bakıp,
kara düşüncelerden, kara bahtlardan, kara günlerden korkan insanın, Kara
Kartalın gücüne nasıl da muhtaç olduğunu irdeledim.
Beyazlığa, ışığa
tutkuyla bağlı olduğumuzu her fırsatta belli eden insanlar olarak, iş güç
gösterisine gelince bilinçaltımızda ki o büyük kurtarıcının korkutucu
pençelerinin, ölümsüz bir bedeni olması ve aynı zamanda KARA olmasını isteriz.
Çünkü beyazın korkutamayacağını, pençelerinin eksik, tüylerinin dökülmüş
olduğunu; beyazın ancak barışçıl bir görevi olduğunu sanırız…
Benim karam ve
beyazım aynı zamanda rakiplerinin gözyaşlarını da silmesini bilen, sadece yüce
bir krallıkla oyalanmaktan öte sporun, ahlakın, evrensel coşku ve ritmin
rakipleri tarafından bile alkışlanan kartalının simgesi olan spor anlayışıdır.
Gezdiğim, gördüğüm,
okuduğum, dinlediğim her şeyde; insan ve insanın birbirine olan muhtaçlığı
çıkıyor karşıma. Onanma, alkışlanma; o seslerin, naraların yüce bir anlam kazanması,
insanın tümüyle anlam kazanıyor; taraflı, tarafsız, rakip; siyah veya beyaz; mavi
veya sarı, kırmızı…
Kara Kartal; kızım
Doğa’nın beyaz kâğıda yıldız sembolleriyle kazıdığı gibi; Kara Kartal; Süleyman
Seba’nın, Rıza, Metin, Ali, Feyyaz, Sergen, Samet, Hakkı, Sabri, Recep, Ulvi ve
şimdinin Gomez’i, Quaresma’sı, Tolga’sı, Atiba’sı, Oğuzhan’ı, Olcay’ı;
Klasik manada hak
edilmiş, dökülmüş terlerin kahramanları; insanlığın estetiğe, coşkuya, alkışa,
küfre, bağırmaya, nara atmaya ihtiyacı olmasaydı, bu isimlerin hiçbir anlamı
olmayacağı belliyken; Sizleri,
KUTLUYORUM…
Güzel gollerinizi,
coşkunuz, arkadaşlığınız, başka sahalarda tek vücut oluşunuz, ayrı bir kupayı,
alkışı, nişanı ve size adanacak hikâyeyi hak ediyor…
Güven Serin
Kutlarım Beşiktaş 'ın başarısına ,kutlarım Doğa Irmak 'ın çalışmasına ,kutlarım bu güzel yazının yazarına...
YanıtlaSilTeşekkür ederim sevgili öğretmenim...
YanıtlaSilKutlarım çok güzel bir çoşkuydu Doğa Irmağıda kutluyorum...
YanıtlaSilTeşekkür ederim Bilge Hanım.
YanıtlaSil