Kamera; Güven Tekirdağ
Kamera; Güven Tekirdağ
DUYARSIZ MECLİS ÜYELERİ
Tekirdağ
Süleymanpaşa Belediyesi belki de bu şehir için Rönesans denecek değişimlere
imza atmaya ÇALIŞIYOR… Çalışıyor diyorum; bu şehrin terkedilmişliği, çöle
dönmüşlüğü öyle birkaç ay, yılda değişemez…
Kayseri, yıllar önce
uygar bir şehir görünümüne kavuşsa da, gece yaşamı, sosyal ve eğlence hayatı,
halen kendi içinde çelişkilerle doludur. Eskişehir’in uygarlaşma mücadelesi
neredeyse yarım yüzyıldan bu yana devam ediyor. İzmir, İstanbul ise yüzlerce
yılın büyük gizemli enerjisiyle rakipsizdirler.
Ya Tekirdağ? İşte,
şimdi bu şehre müzik giriyor; BİSANTHE ODA MÜZİĞİ FESTİVALİ…
Kısa konuşmasını
yapan Süleymanpaşa Belediye Başkanı Ekrem Eşkinat; “ İki marka yaratacağız;
birisi Bısanthe, diğeri ise Rodosto.” Her ikisi Tekirdağ’ın kadim zamanlara ait
isimleridir. Tıpkı, bugünün Işıklar Dağının kadim ismi; GANOSLAR gibi…
Yılmaz İçöz
Sahnesinin girişinde hazırlanan küçük kitapçığı elime alır almaz, başka kadim
zamanların sarhoş rengi yayılıyor ruhuma. Leylak,Menekşe,Levanta; Galibarda ve
Ametist renklerini temsil eden mor deryası bir renkte hazırlanmış küçük
kitapçık, Süleymanpaşa Belediyesi Bısanthe Oda Festivalini duyuruyor. Genel
Sanat Yönetmeni Yalçın Küçüğün olduğu festival, başka bir açıdan tam bir hayal
kırıklığı yaratıyor.
300 kişilik Yılmaz
İçöz Kültür Merkezi dolmuyor. Neredeyse yarısı boş… Elbet, bardağın dolu
tarafına baktık. Arkadaşlarım, İlyas Bey, Erdinç Bey, her zamanki
yerimizdeydik. Elimizdeki ametist, galibarda, leylak renkli kitapçığın telaşlı,
heyecanlı hali bütün bedenimizi çoktan sarmıştı.
Sadece biz mi
heyecanlıydık? Hayır; Kemanlarda; Ceren Gürkan, Gizem Gülmez, Ayşen Tözeniş,
Ezgi Karasu, Viyola da Verda Öncü, Burak Kayan, Viyolonsel de Burak Ayrancı,
Kontrbas da Ceren Akçalı, Klavsen de Müge Hendekli ve onları seyirci
koltuğundan izleyen Kemal Küçük…
Büyükşehir Başkanı
Kadir Albayrak, Süleymanpaşa Belediye Başkanı Ekrem Eşkinat eşleriyle
katılmıştı. Birkaç meclis üyesinden başka, birkaç belediye personeli…
Şimdi, tam da burada
haykırmak istiyorum; SAYIN DUYARSIZ MECLİS ÜYELERİ, pek sevgili BELEDİYE
PERSONELİ, belediyenin neredeyse bir şehir Rönesanssı gibi başlatmış olduğu bu
değerli festivalden sizin haberiniz olmazsa, sizlerin desteği eksik kalırsa;
halkın nerede olmasını istersiniz?
Klasik müzik henüz bu
şehir için kendi reformunu yapmadı! Yapamadı! Burayı, sadece ikametgâh,
çocuklarına eğitim yeri olarak kullanan, zengin görünüşlü yoksulların ne
burjuva ne de aristokrasi yürüyüşüne çıkamamış olmasının hazin öyküsüdür; bu hikâye…
Duyarsız Meclis
Üyeleri ve pek sevgili eşleri; neredeydiniz? Leylak, Menekşe renkli kitapçığın
geçmişe, müziğe, sanata ve güne kattığı bu güzel başlangıç gecesi, bir dizi,
bir gevezelik peşinde; bir başka ŞEHRİ Mİ kurtarıyordunuz?
Hocanın fıkrasında ki
gibi; ilk önce hırsızdan başladım. Halbuki hocanın evine giren hırsızı kimse
sorumlu tutuyordu. Bütün komşular, hocanın kapısı sağlam mı, kilitli miydi;
onun üzerinde duruyordu.
Hoca da onlara,
hırsızın hiç mi suçu yok? Düşündürücü sorusuyla, mizahın sonsuz ve zarif gücünü
gösteriyordu.
Her iki başkana
seslenmek isterim; halkın eksikliğini hoş karşılamanızı isterken, kendi Meclis
Üyelerinize, personelinize bile anlatamadığınız bu değerli FESTİVAL, konusunda
sizlerin hiç mi SUÇU yok?
Sayın başkanlar;
bürokrasinin soylu tarafına, en zirvesine çıkıp oturmanızı saygıyla
karşılıyorum. Fakat halka inmenin ne büyük lütuf olduğunu, sizlerin Oda Müziği
Festivalinde irdeleye biliriz.
Koskoca Beethoven,
klasik müziğin zincirlerinden kurtulup Pastoral Müziğe; doğaya, tabiata ve
halka; hüzünden başka, neşeyi, coşkuyu da duyurmuş, hücrelerine işlemiştir.
Laf aramızda
dostlarım; BISANTHE ODA MÜZİĞİ FESTİVALİNİN ilk gecesi, 2011 yılında A.Ceren
Gürkan tarafından kurulan; Cemerata Barok İstanbul, soluktan öte nefes, rüzgâr,
gün ışığı, gece huzuru; yani müziğin gösterisini yaptılar.
Güven Serin
Sevgili dostum, yaşamın ritmi bu. Bu ritmi, ruhun derinliklerinde duymak da; sade ve yalın insanlara özel bir hissediştir. Bürokrasinin sığ gölgesinde soluklananlar, sanatla ve sanatın evrene kattıklarından bihaber yaşarlar. Oysa içimizde bir ülke vardır, bir ruh coğrafyası;yaşadığımız sürece bunun sınırlarını arar dururuz. Birey olup da bu ülkeyi bulabilenler, taşların üstünden akan su gibi rahatça kayarak iniş çıkışlara yayılır, yuvalarını bulmuş olurlar. Bulmayanlarda sadece yaşam sahnesini dekor olarak kullanırlar,tıpkı politikacılar gibi..
YanıtlaSilOlcay Kasımoğlu