Kamera; Güven PERA MÜZESİ
AKILLI KİŞİ ACISIZ-LIĞI HEDEFLER
Günümüzden yüzyıllar
önce; yaklaşık olarak 2400 yıl önce Aristoteles şu düşünceyi seslendirir;
“ Zevkin değil,
acısızlığın peşinden koşar akıllı kişi. Ya da, akıllı kişi, hazzı değil
acısızlığı hedefler.”
Düşünce olarak Alman
filozof Schopenhauer’in de ifadesindeki gibi hazzın negatif, buna karşın acının
pozitif olduğu anlatılıyor.
Hemen her yerde,
insanın duyguları ve aklıyla bulunduğu her mekanda, alanda istenen ve aranan
şey yüce mutluluk, o büyük haz olduğu halde, dünyamızın savaştan çok barış,
mutluluklardan fazla hüzünlerle yoğrulmasını da anlamaya çalışmalıyız.
Görünen o ki, insanın
evrim yolculuğu, evrenin sürekli değişime muhtaç oluşu ve dünyanın en akıllı
olan canlıların bitmeyen istekleri, düşleri, büyük hazzın ve yetersizliğin
muhteşem kavgası veya uzlaşısıyla sürüp gidiyor.
Eskiler ne der? Şöyle
söylerler bir türlü laftan anlamayana; “ Bir musibet bin nasihatten iyidir!
Yani başımıza gelen bir belanın, bir kere nasihat etseler ondan daha iyi olamayacağını
binlerce yaşam deneyimi sayesinde anlaşılmış oluşunun açıklamasıdır.
Bir bela; bir musibet
aynı zamanda bedenimize ve vücudumuza binen acıları da anlatır. Acının
acısızlığı ise, o belanın nasıl ve ne şekilde geldiğinin, kaçılır ve kaçınılmaz
oluşunun derin keşfi, bir daha tekrarlanmaması için beladan kaçışı gösterir.
Bu yüzdendir ki,
dehaların tetikçisi başlarına gelen hakiki bela; travmalardan da
etkilendiklerini insan tarihini anlatan her türlü edebi eserde görebiliriz.
Acı, bela ile baş edememe,
insanın yaşam ile ölüm, mutluluk ile mutsuzluk arasında bir yerde kaldığı,
debelendiği belki de duraklama; kısacası en karmaşık kargaşa dönemi olduğu
bellidir.
Bu yüzden, şehrimize,
şehirlerimize kurulan inşaat iskelelerine baktığınızda, oradaki duvarcı
ustalarını, sıva çalışanlarını izlediğinizde zorlu koşulların, zorlu iklimlerin
çocukları; gençleri olduğunu anlarsınız. Bu anlayışa sadece muhtaçlık, kazanç
yönünden bakmak, bence insan safdilliğidir. Aynı zamanda, soğukla, yorgunlukla,
gurbetle, zor şartlarla baş edebilme zanaatını de görmek mümkündür.
Bir de çok net ve
tarafsız olarak “ züppe” dediğimiz insanlara bakalım. Hiç incinmeden, taraf
tutmadan bakalım. Kendilerinin kazanmadıkları paranın etrafında, mutluluğu,
hazzı ararken, insanlık kültürü, dinlence, eğlence içeceği olan her şey
karşısında nasıl yok olup, eridiklerini, başlarına gelen bin bir türlü belanın
hiçbir şekilde anlamlandırılmayıp kendi ibretselliklerini, her daim aldıkları
hazlarla, haz duygularını; tat alma ve duyma hislerini, görme ve dokunma,
insana yakışan en güzel olan nezaketten uzaklaşmayla sonlandırırlar…
Hâlbuki akıl hiçbir
hazzın, eğlencenin kör bir şekilde karşısında değildir. O hazzın, eğlencenin
insana ulaşan, ulaşması gereken derecesi peşindedirler. Kısacası, haz ile
acının arasında ki ince çizgi; ACISIZLIKTIR…
Bin bir türlü hazzı,
eğlenceyi bilip, bin bir tülü acıyı yaşamış olmak veya tanıklık etmek; beladan
da uzak kalmanın, kabalığı sürekli bir zanaatkâr gibi şekillendirip
vernikleyip, cilalayıp değerli bir hizmete dönüştürmek yine insanın
başarısıdır. Bunun için deha olmak, birkaç dil bilmek, doktora yapmak
gerekmiyor. Bunun için biraz okumak, biraz dinlemek, biraz, anlamak ve biraz da
seyretmek gerekiyor; acıyı, acıları, acımızı; eğlenceyi, eğlenenleri ve
eğlenceyi…
Voltaire “ Mutluluk
yalnızca bir düştür, acı ise gerçektir” derken insana, yüce insana bir şey
hatırlatmak istiyor. Değişimin kaçınılmaz olduğunu, mutluluğun bir şişe içine
sıkıştırılıp sonsuza kadar korunamayacağını, acının demlenişini ve acının
sürecini yine insanın belirleyip, acısızlığa, duyarsızlıktan öte bakmanın,
duyarlı olup, diğer canlılar için yürek acısı hissetmenin de mutluluk, huzur
olabileceğinin anlatımını yapıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder