İnternetten
AHLAKİ BİR NEDENİM VAR
Dinmeyen uğultular;
bir türlü adaletin sağlanamadığı diyarlar… Sanırsınız ki, herkes kendine göre
haklıdır!
Hâlbuki haklı olan
tek şey; ADALETTİR. Adaletin besleneceği yasalar; insan merkezliyse; kimsenin
ama hiç kimsenin hak ve adaletle kavgası olmaz. Başını öne eğer ve cezanın
gönüllü hak edeni olur; üstelik mahcubiyeti, özrü de içten dışa yansıtarak…
Bir ses insanın var
oluş sebebine öncülük irdelemesi yapıyor;
“ Kimimiz yaşamın bize sunduğu nimetlerden faydalanıp
dertleriyle boğuşurken, kimileri ise hayatı yaşamakla yetinmeyip nedenleri
sorguluyor. Kimisi yazmayı sadece bir dönemdeki anılarını kalıcı kılmakta
kullanırken; aynı uğraş kimileri için yaşam boyu bir tutku, hatta var oluş
sebebi oluyor.”
İşte tam da burada bu
var oluşun yüce hatırına yıllardır yazıyorum. Kimi sordu; kaç para
kazanıyorsun? Kimisi eline ne geçiyor? Kimi ise; yaz dedi; sen yazmaya devam
et!
Öyleyse, bu yazma
eyleminin yaşamın sırları sayılan var oluş nedenlerinin kapılarını açmaya devam
edeceğim. Her daim ama her daim açılacak bir pencere, bir kapı vardır. Üstelik
tam da her şeyin bitti, dendiği zamanlarda bile…
Bütün tabu konulara
girmiş, el uzatmış iktidar alanlarına karşı SAYGI tanımayan, burjuva bir
ailenin içinde büyüdüğü halde, burjuva geleneklerine, kurallarına karşı bir
insandan söz edeceğim. Neredeyse bütün ödülleri, nişanları, NOBEL ödülünü bile
reddetmiş insan öncüsü Jean Paul SARTRE’den konuşacağız.
İnsana; canlı
olmanın en üst basamağına tırmanmış olana her daim destek olmayı, terazinin
şaşmaz dengesi içinde yaşamı boyunca savunan; düşüncelerini eyleme döken
Sartre; tam da bugünlerde, belki yarınlarda dört, hatta sekiz elli
sarılacağımız düşünce insanı…
Yargının; yani
adaletin çürüdüğü, kulaklarının tıkandığı zamanlarda, gidip halka hesap
veriyor. Aslında, halkın içinden de hiçbir zaman çıkmıyor. Her fırsatta;
“ Onlar beni
anlayabilir!” derken haklıydı. Öldüğünde bile cenazesinin yanı başında on
binlerce insan yürüdü.
Modern toplum insana
çok şey verirken, insandan da çok şey alabiliyor. Dünü ciddi bir şekilde
sorgularken, bugüne ulaşabiliriz. Bugünün şehirlerine; insanın insanı, doğayı
ve diğer canlıları ne kadar savunup savunmadığına ulaşıp; ürpertici bir titreme
hissede biliriz…
Sosyolog Nilüfer Göle
Sartre için şunu söylüyor; “ Beni gençlik yıllarımda aynı zamanda sosyolojinin
kalıplarına karşı korumuştur.”
Jean Paul Sartre’yi
anlamak için şu konuşmasını anlamanızı isterim. Aynı zamanda kendi
bilincinizin-bilincimizin acemiliği, kalfalığı veya ustalığını da;
“ Bu insanların
özgürlüğü için savaşmamın sebebi onları tanıyor ve seviyor olmam değil. Burada
önemli olan onların İNSAN olması…
Ölüm tehlikesi içindeki insanlar. Her insan tehlikelere, felaketlere karşı
korunmalıdır.
Burada olmamın
sebebi politik bir tavırdan ötürü değil, bunu bir insanlık sorunu olarak
görmem.
Yani AHLAKİ bir
nedenim var.”
Aydın olmak
mesleklerden ve kendimizi ait sandığımız sınıf, siyaset, ırk, din bütün
bunlardan çok öte bir şey. İnsanı merkeze koyan, eziyetin aynı zamanda insanlık
dışı bir şey olduğunu kavrama biçimidir. Çünkü her tepki, eziyet yeraltında
başka bir oluşum doğuracak ve eziyet edenin, eziyet görene dönüşeceği tarihin
ve iradenin şeffaflığıyla gözler önüne serilmiştir; çoktan beri…
Jean Paul Sartre’nin
ısrarla üzerinde durduğu bir konu daha vardı; halk ile aydınların arasının uzun
zamandan beri açık olduğu… Tıpkı ülkem; şehrim gibi…
Artık böyle
olmamalı… Oda aynen böyle söylüyordu bir konuşmasında; yarım yüzyıl önce bu
şekilde haykırıyordu; böyle olmamalı…
Fransa 1968 gençlik hareketi “ imkânsızı iste!”
felsefesiydi. Vietnam Savaşına karşı başlamış. Barış için yola çıkmıştı.
İmkânsızı isteme, insanın biricik yaşam kuralı olmalı. Her şeyden vazgeçebilir
insan; bütün mal-mülk ve payelerden; ama vicdani ve toplumsal itibardan
vazgeçmek; korkunçtur…
Sevgili yazarım; aslında, dışımızda gördüğümüz şeyler de içimizdekilerin aynısıdır. Bu gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmemizin nedeni, kendi dışımızda ki her şeyi gerçek sayıp, içimizde ki dünyaya söz hakkı vermememizdir. Oysa insan bir kez işin bilincine vardı mı, çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz. O zaman bunu kader, yazgı diye de kabul etmez. Yeter ki bir kez olsun içinde ki dinamiklerle yaşamını buluştursun.
YanıtlaSilBir çok insan; hiç kimsenin ya da hiçbir görüşün etkisi altında kalmadan, olayları olması gerektiği gibi objektif değerlendirmek ve yorumlamak olgunluğuna, bilgeliğine sahip değildir.
Özellikle kendi düşüncesi konusunda fanatik, eleştiriyi kaldıramayan, insanlara zarar veren, empati yoksunu insanların verdiği zarar tahminler ötesidir.
Tarafsızlığın, renksizliğin, vurdumduymazlığın, neme lazımcılığın kurbanı yüz binlerce insan var..Çok hoşuma giden bir söylem ; çağımız okur-yazar çağı, gel gör ki insanların vicdan ve merhametleri kör ve sağır, onlarında okulu yok...
YanıtlaSilBilim insanları; "kültür kirlenmesi-boğulması" diye bir şeylerden söz ediyorlar...