Kamera; Güven Ganoslar;sonsuzun içinde
nadide ve küçük bir parça;inanılmaz büyüklüğü
gizleyen bir küçük parça...
ATTİLA (TANRININ KIRBACI)
Batılılar yani
bugünkü Avrupa halkı 1600 yıl önce onun için böyle söylemişti; “ Tanrının
Kırbacı) Atilla komutasında ki Hunlar Avrupa’yı kasıp kavururken, Roma’nın
düştüğü gaflet, adaletten uzaklaşma, sona doğru yaklaşma Hun Ordusunu ve onun
komutanını tanrı tarafından verilen bir caza olarak görmüşler.
Tabiatın bin bir
oyunu, evrenin bitip tükenmeyen derinliği gibidir. Toplumlar da evrenin ve yüce
yaratıcının bir parçası olduğu için, eğriden doğruya giderken bir sürü çıkar yol
aramak, şanlı yürüyüşlerine dönüşüm çeşnisi katmak zorundalar.
Bu çeşniye çök önemli
katkı sağlamış uygarlıklardan birisi de, Avrupa Hun imparatorluğudur. Attila
destanı halen devam ettiği şüphesizdir. Bu destanı şüphesiz o günün
koşullarıyla değerlendirmek, unuttuğumuz tarihe; tarihimize tekrar fark etmenin
yüce şanı adına sahip çıkmalıyız.
Üzerinde oturduğumuz
toprakların onlarca uygarlıktan oluştuğunu biliyoruz. Gün ışığına çıktığı
halde, turizme kazandırılacak 3300 tane antik kent, sadece turizm adına değil,
insan ve insanlık tarihi adına da çok şeyler gizliyor.
Bizim, ait olduğumuz
insanlığın tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Attila, tıpkı Büyük
İskender gibi, Hannibal, Kanuni, Cengiz gibi hırslı, ölümlü bedenin ölümsüz
algısını yakalamış komutanlardandır.
Batı Avrupa
kırbacıyla, süvarileriyle, teslim olanlara dokunmama gibi adaletiyle, büyük
talanlardan sonra üzülmeyi bilen insan ruhuyla iz bırakan Attila, onca savaşın
sonunda yorgun bedenini, sıkılan yumruğunu, gerilen yayın oklarını bir kenara
bırakamamış, 60 yaşını geçtiği halde, insanın ruhunun her daim genç ve coşku
içinde olabileceğinin kanıtı olarak genç bir kıza; İldiko’ya âşık olmuştur.
Oysa İldiko savaş
esiridir. Attila babasını öldürmüş onu esir almış ve âşık olmuştur. Yaşamının
son perdesinde bir gençlik aşısı, tekrar küllerinden var olma aşkıyla İldoka
aşkını birleştirmek isteyen Attila oğullarını şaşkına çevirse de düğün
hazırlıkları yapılırken aynı zamanda ordusuna verdiği emirle Bizans, Doğu Roma
üzerine saldırıya hazırlanıyordu.
Ne olduysa son gece
oldu; düğünde yenilen yemekler ve içilen şarabın sonu gelmeyen tadı Attila’ya
çok pahalıya patladı. Gün ışıdığında onu bekleyen ordusu, oğulların Attila’nın
ölüm haberiyle sarsıldı.
Yüce son; kaçınılmaz
yolculuk Attila’nın düğün gecesi tam da Doğu Roma İmparatorluğuna (Bizans’a)
saldıracağı zamanlarda Doğu ve Batı Roma İmparatorluğuna büyük bir nefes
aldırıldı.
Tanrının Kırbacı
ölmüştü…
Batılı yazarlar,
şairler yaşamıyla sıra dışı gelişmelere neden olan komutanları, şairleri,
yazarları, vezirleri, ilim insanlarını kalemleriyle onurlandırıp çağlar ötesine
ve bu zamana taşımayı edebi, ticari, siyasi ve felsefi özeklikleriyle çok güzel
yapıyorlar.
Oysa bizim ülkemiz,
bizim diyarımız onurlandırılacak, külleri tekrar tekrar karıştırılıp küçük
alevleri, edebiyata, toplum tarihine, felsefeye taşıyacak küçük korlarla
doludur. Antik kentlerimizi batılılar gelip kazsın, ortaya çıkartsın diye
bekliyoruz. Ve bu topraklarda tarihin bütün zamanlarına miras kalmış
kişilikleri yine bizden başka herkes kaleme alıyor; şiirlerinde, tarihi
romanlarında onların ruhlarına dokunup, kendi zamanlarına sinema, tiyatro ile
davet ediyorlar.
Marcel Brıon’da böyle
yazarlardan sadece birisidir. Kitabının bir yerinde şimdi mezarı bile bilinmeyen
efsanenin hakkında şu satırları bırakıyor;
“ Attila Roma’yı
almak için kapılara dayanmıştı. Roma’nın isminde sihirli bir erdem görüyordu.
Roma alınınca bütün Roma İmparatorluğu mahvolacaktı. Hun atları Kapitol’ün
basamaklarında kişneyeceklerdi. Attila, İmparatorların heykellerini
kamçılayacaktı. Zafer taklarının kabartmalarında, eski imparatorlar yerine,
kendi ismi konacaktı. Geleceğin tarihçileri şöyle yazacaktı; ‘Atına, Kutsal
Pınar’da su içirdi’ Eski ganimetleri kendi eliyle devirdi.”
Hiçbir güç sonsuz
değil. Her acımasızlık bir başka iyiliğe muhtaç! Attila bitmeyen savaşların
sonu gelmeyen yolculukların, öldürmelerin de sonu gelmesi gerektiğini
biliyordu. Yüz binleri aşan orduyu, o dev koronun mırıltılarını gidermek için o
diyardan diğerine savruluyordu, atını kişnetirken, kırbacını şaklatıyordu.
Attila bir şeyi daha
biliyordu; aklın sanatını, ilimin muhteşem yüceliğini. Bu sebepten dolayı,
ordusunu yenileyecekti ömrü yetseydi. Azaltacak, belki de Roma’yı geride
bırakacak şehirler inşa edecekti…
Sevgili Güven, ülkemizin sahip olduğu kültür mirasından, tarihin izdüşümünden haberi olmayan binlerce,hatta yüzbinlerce insan var desem abartı olmaz. Ülkesinin değerlerine sahip çıkmayan,bunun farkında olmayan insanlardan yaşamı olumlamayı,güzellik katmayı düşünmek de zor ama imkansız değil. Bütün bunların bağlamında; Atilla'yi o kadar güzel betimlemışsın ki, gücün ve tercihlerin tarihe nasıl tanıklık ettiğini de görüyorsun. Evet hiç bir güç sonsuz değil ve yaşamda her şey bir şekilde karşıtıyla yenileniyor. Teşekkür ederim, sanatın ve bilimin açtığı kapılar engin ve kucaklayıcı oluyor..
YanıtlaSilOlcay Kasımoğlu
YanıtlaSilKıyamet gibi bilgi,öğreti yağarken;yine kıyamet gibi suskunluk; ne hazin bir şey...
Ele geçirdiği yerlerin kültürüne saygı duyduğunu okumuştum Attila'nın. Yapıların yakıp, yıkılmasına izin vermezmiş.
YanıtlaSilBende öyle okudum,öyle algıladım
YanıtlaSil