Van Gogh
VAN GOGH İLE SONBAHAR
İçinde bulunduğum
mevsim; kimine göre hüzün, kimine göre yaşamın gizemli yolculuğu. Serini,
soğuğu duyumsayan ağaçlar, çiçekler, çalılar önce yapraklarından; o güzel
giysilerinden kurtulurlar.
Ağaç bilimi
uzmanlarına göre tam bir hayatta kalma becerisi. Yaşamı bütün büsbütün
önemseyen ağaç, çiçek, çalı enerjisini köke toplamak adına yaprağını, meyvesini
döker… Aslında uygun mevsimler iç içe yaşansa; yani, ılık ve yağışlı zamanlar
dört mevsim devam etse; yaşama adanmış o güzel çocuklar; ağaçlar, çalılar,
çiçekler de dört mevsim yeşilin, pembenin, kırmızının, sarının ve yemişin en
bereketlisini bir şölen cömertliği, heyecanı içinde sunarlar.
Bütün mesele, yaşamın
kendisine nazikçe uyum sağlamaktan ibaret… Evrim, uyum sağlayanların
tanıklığını milyar yıldan bu yana yapar… Tabiatın bütün derdi; yaşamak
isteyenlere dönüktür. Ağaç yaprağını kendi asil çıkarı için döker. Yemişlerini,
çiçeklerini, kokularını vermek, sunmak; diğer canlılara duyurmak da yaşamın en
hakiki heyecanı içindir.
Çiçek kokusunu
yayacak ki, arı, böcek gelip konsun. Polenlerini diğer çiçeklere taşıyıp
yaşamın devamını; döllenmeyi sağlasın. Aynı şey ağaç da, çalılar da yapar. Hem
de gözlerimizin önünde; usulca ve sürekli…
Tekirdağ’ın sahilinde
de bu dönüşüm yaşanır; her mevsim; usulca… Buradaki ılgın ağaçları ve limanın
batı köşesinde bulunan kavak ağacı kendiliğinden çıkmıştır. Ya kuşların
taşıdıkları tohumlar, ya da rüzgârın efendi hareketi, evrime yaptığı muazzam
katkısı sayesinde.
Evrimin evrimle
sürecini anlamayan ahmaklar, gurur satıcıları, hırsının kurbanları bu dönüşümü
fark etmez bile… Çalıyı fazladan, çiçeği sadece koparıp hileli bir kurnazlık
içinde sunmaktan ibaret sayar. Hele hele o koca ağaçların bin bir marifetini
anlamazlıktan gelir; gölgesinin keyfini argosal şamatasına katkı sağlamasının
keyfini çıkartırken. Yemişlerin yenme sürecine akışlarına bir direm saygı
göstermeden…
Van Gogh’un sonbaharı
anlatan resmini görünce haylaz bedenimin ortama uymuş akıcılığıyla hızlı hızlı
geçerken durdum. Resme bir daha, bir daha ve sonra bir daha baktım. Buna benzer
nice resimden birisi sanıp geçebilirdim; nice resmi, sesi, rengi, kokuyu ve
hissiyatları geçtiğimiz gibi.
Tıpkı, kırk elli yıl
yaşamış, muhteşem görüntüleriyle vilayet önünü süsleyen, kuşlara konaklama,
insanlara gölge, vilayetin ağır kapalar ardında ki amirlerine asil bir görüntü
veren çam ağaçlarının vilayet önünü düzenleyeceğiz altında kesilmesi ve bu
kesilmeye ses çıkartmayan Tekirdağ halkım gibi; geçip gidebilirdim. Mazeretimiz
oldukça mühim; işimiz var…
Hangi işimiz?
Bedenlerimizi yaşlandırıp, zamanları iç içe sıkıştırıp, sonra da “yalan dünya”
diyerek kaytardığımız, zamana, feleğe, kardaşa, komşuya, akrabaya bolca isyan,
şikâyet savurduğumuz işlerimiz olmalı…
Hollandalı ressam Van
Gogh tam bir doğa hayranı… Aynı zamanda insanların kalıplaşmış kurallarına
nazikçe rest çeken bir sanatçı… Sanatçılardır toplumlarının en önünde
ilerleyen; onlardır savaş değil barış şarkıları söyleyenler… Onlar ki,
toplumlarının en arkasında ve bazen yok sayılsalar da hep vardırlar… Kimisi,
heykelin ruhunda, kimisi bir kemsin… Kimisi bir hikayenin, bir masalın içinde;
İnce Mehmet olur Anadolu’da. İstanbul’da Bekçi Murtaza, Truva’da Hektor, Paris,
Helen… Assos’da Athena…
Van Gogh’un sonbaharı
anlatan resmine işte bu yüzden bir daha baktım. Kahverenginin ölümün, dönüşümün
resmine; o güzel esere… Ressam belli ki bir sonbahar günü; belki Ekim, belki
Kasım aylarında çıkmış gezintisine. Yanında taşıdığı tuvali, fırçalarını ve
boyalarını çıkartıp, kuzeyden güneye pencere açmış.
Bir orman, belki de
bir koruluktur. Yaşlı ağaçların ardında daha genç olanları ve çalılar… Bir
tanesi en heybetlisi olan; sanatçıya, onun tuvaline, hatta soluğuna daha yakın.
Bir insan gibi on değil yirmi. Yirmi değil yüz parmağı, tırnağı, soluğu ile
yaşama tutunmuş bir ağaç. Heybetine bakılırsa bir karaağaç olabilir. Hemen
yakınında ise büyükçe bir kaya ve kahve renklerin uçsuz hâkimiyeti…
Büyük ağacın hemen
yakınında bir başka ağaç yerde yatıyor. Yeni kesilmiş. Sanki ağacın yaşam ile
ölüm arasında ortaya çıkan talaş kokularını duyuyorum. İyi bakarsanız siz de
görür ve duyarsınız. Biraz ileride oduncu; belki de bir başka ağaç kesmek için
hazırlık yapıyor. Muhtemelen soğuk geçecek kış zamanına; o sert rüzgârlara,
fırtınalara, kar ve buz zamanına hazırlık…
Kayanın yanında duran ulu ağaç ne kadar çok yaşamı
haykırıyorsa, yere uzanmış aynı ağacın bir benzeri; boylu boyunca o kadar ölümü
anlatıyor… Tabiatın hemen ötede duran çalılıkların, diğer ağaçların birkaç ay
sonra ilkbahar ile birlikte hiçbir ölümü hatırlamadan hiçbir küskünlük duymadan
daha da çoğalma telaşı eğlencesi yaşanacağını da anlatıyor Van Gogh’un
sonbaharı anlatan eseri.
Belki de insanı
anlatıyordur; vazgeçilmez olduğumuzu sandığımız insanı ve onun en küçük bir
hastalıkta, küçük bir el kesiğinde, iğne batmasında duyduğu yoksulluğu,
muhtaçlığını da anlatmak istiyordur; kim bilir…
Tam bana göre bir yazı olmuş, çok hoşuma gitti doğrusu, kalemine sağlık.Müsadenizle paylaşıyorum, sevgilerimle.
YanıtlaSilTeşekkür ederim;
YanıtlaSil