Sayfalar

15 Ekim 2015 Perşembe

VAN GOGH İLE SONBAHAR


Van Gogh


VAN GOGH İLE SONBAHAR

  İçinde bulunduğum mevsim; kimine göre hüzün, kimine göre yaşamın gizemli yolculuğu. Serini, soğuğu duyumsayan ağaçlar, çiçekler, çalılar önce yapraklarından; o güzel giysilerinden kurtulurlar.

 Ağaç bilimi uzmanlarına göre tam bir hayatta kalma becerisi. Yaşamı bütün büsbütün önemseyen ağaç, çiçek, çalı enerjisini köke toplamak adına yaprağını, meyvesini döker… Aslında uygun mevsimler iç içe yaşansa; yani, ılık ve yağışlı zamanlar dört mevsim devam etse; yaşama adanmış o güzel çocuklar; ağaçlar, çalılar, çiçekler de dört mevsim yeşilin, pembenin, kırmızının, sarının ve yemişin en bereketlisini bir şölen cömertliği, heyecanı içinde sunarlar.

 Bütün mesele, yaşamın kendisine nazikçe uyum sağlamaktan ibaret… Evrim, uyum sağlayanların tanıklığını milyar yıldan bu yana yapar… Tabiatın bütün derdi; yaşamak isteyenlere dönüktür. Ağaç yaprağını kendi asil çıkarı için döker. Yemişlerini, çiçeklerini, kokularını vermek, sunmak; diğer canlılara duyurmak da yaşamın en hakiki heyecanı içindir.

 Çiçek kokusunu yayacak ki, arı, böcek gelip konsun. Polenlerini diğer çiçeklere taşıyıp yaşamın devamını; döllenmeyi sağlasın. Aynı şey ağaç da, çalılar da yapar. Hem de gözlerimizin önünde; usulca ve sürekli…

 Tekirdağ’ın sahilinde de bu dönüşüm yaşanır; her mevsim; usulca… Buradaki ılgın ağaçları ve limanın batı köşesinde bulunan kavak ağacı kendiliğinden çıkmıştır. Ya kuşların taşıdıkları tohumlar, ya da rüzgârın efendi hareketi, evrime yaptığı muazzam katkısı sayesinde.

 Evrimin evrimle sürecini anlamayan ahmaklar, gurur satıcıları, hırsının kurbanları bu dönüşümü fark etmez bile… Çalıyı fazladan, çiçeği sadece koparıp hileli bir kurnazlık içinde sunmaktan ibaret sayar. Hele hele o koca ağaçların bin bir marifetini anlamazlıktan gelir; gölgesinin keyfini argosal şamatasına katkı sağlamasının keyfini çıkartırken. Yemişlerin yenme sürecine akışlarına bir direm saygı göstermeden…

 Van Gogh’un sonbaharı anlatan resmini görünce haylaz bedenimin ortama uymuş akıcılığıyla hızlı hızlı geçerken durdum. Resme bir daha, bir daha ve sonra bir daha baktım. Buna benzer nice resimden birisi sanıp geçebilirdim; nice resmi, sesi, rengi, kokuyu ve hissiyatları geçtiğimiz gibi.

 Tıpkı, kırk elli yıl yaşamış, muhteşem görüntüleriyle vilayet önünü süsleyen, kuşlara konaklama, insanlara gölge, vilayetin ağır kapalar ardında ki amirlerine asil bir görüntü veren çam ağaçlarının vilayet önünü düzenleyeceğiz altında kesilmesi ve bu kesilmeye ses çıkartmayan Tekirdağ halkım gibi; geçip gidebilirdim. Mazeretimiz oldukça mühim; işimiz var…

 Hangi işimiz? Bedenlerimizi yaşlandırıp, zamanları iç içe sıkıştırıp, sonra da “yalan dünya” diyerek kaytardığımız, zamana, feleğe, kardaşa, komşuya, akrabaya bolca isyan, şikâyet savurduğumuz işlerimiz olmalı…

 Hollandalı ressam Van Gogh tam bir doğa hayranı… Aynı zamanda insanların kalıplaşmış kurallarına nazikçe rest çeken bir sanatçı… Sanatçılardır toplumlarının en önünde ilerleyen; onlardır savaş değil barış şarkıları söyleyenler… Onlar ki, toplumlarının en arkasında ve bazen yok sayılsalar da hep vardırlar… Kimisi, heykelin ruhunda, kimisi bir kemsin… Kimisi bir hikayenin, bir masalın içinde; İnce Mehmet olur Anadolu’da. İstanbul’da Bekçi Murtaza, Truva’da Hektor, Paris, Helen… Assos’da Athena…

 Van Gogh’un sonbaharı anlatan resmine işte bu yüzden bir daha baktım. Kahverenginin ölümün, dönüşümün resmine; o güzel esere… Ressam belli ki bir sonbahar günü; belki Ekim, belki Kasım aylarında çıkmış gezintisine. Yanında taşıdığı tuvali, fırçalarını ve boyalarını çıkartıp, kuzeyden güneye pencere açmış.

 Bir orman, belki de bir koruluktur. Yaşlı ağaçların ardında daha genç olanları ve çalılar… Bir tanesi en heybetlisi olan; sanatçıya, onun tuvaline, hatta soluğuna daha yakın. Bir insan gibi on değil yirmi. Yirmi değil yüz parmağı, tırnağı, soluğu ile yaşama tutunmuş bir ağaç. Heybetine bakılırsa bir karaağaç olabilir. Hemen yakınında ise büyükçe bir kaya ve kahve renklerin uçsuz hâkimiyeti…

 Büyük ağacın hemen yakınında bir başka ağaç yerde yatıyor. Yeni kesilmiş. Sanki ağacın yaşam ile ölüm arasında ortaya çıkan talaş kokularını duyuyorum. İyi bakarsanız siz de görür ve duyarsınız. Biraz ileride oduncu; belki de bir başka ağaç kesmek için hazırlık yapıyor. Muhtemelen soğuk geçecek kış zamanına; o sert rüzgârlara, fırtınalara, kar ve buz zamanına hazırlık…

Kayanın yanında duran ulu ağaç ne kadar çok yaşamı haykırıyorsa, yere uzanmış aynı ağacın bir benzeri; boylu boyunca o kadar ölümü anlatıyor… Tabiatın hemen ötede duran çalılıkların, diğer ağaçların birkaç ay sonra ilkbahar ile birlikte hiçbir ölümü hatırlamadan hiçbir küskünlük duymadan daha da çoğalma telaşı eğlencesi yaşanacağını da anlatıyor Van Gogh’un sonbaharı anlatan eseri.

 Belki de insanı anlatıyordur; vazgeçilmez olduğumuzu sandığımız insanı ve onun en küçük bir hastalıkta, küçük bir el kesiğinde, iğne batmasında duyduğu yoksulluğu, muhtaçlığını da anlatmak istiyordur; kim bilir…


 Güven Serin

2 yorum:

  1. Tam bana göre bir yazı olmuş, çok hoşuma gitti doğrusu, kalemine sağlık.Müsadenizle paylaşıyorum, sevgilerimle.

    YanıtlaSil