Kamera; Güven Karabatakların Diyarı
II.Abdülhamit Anıtı 1902
Mimar; Vallaury
İnsanlar kafesteki sincap gibi oradan oraya çırpınırken
Bir taraftan da zamana yenik düşmemek adına yine,
zanaat, sanat ve estetiğe muhtaçlık; hepsi "gurur,güç,kalıcılık"
adına...
Buradaki Karabatakların her yıl nesilden nesle yuva kurup
yavru büyütmeleri görülmeye,izlemeye ve anlaşılmaya
değer.
KAFESTEKİ SİNCAP
Düşünür ve yazar Der Jude Dergisinde bir hikaye okur.
Okumadan önce derin bir oh çeker; kendini beğenmişlik nöbetlerinden kurtulduğu,
küçük bir ara verdiği için…
Dergi kafeste oradan
oraya dönüp duran sincabı anlatır;
“ Kafeste bir sincap gibi! Devinimdeki mutluluk, darlıktaki
umutsuzluk, diretmedeki kaçıklık, dıştaki huzur karşısında perişanlık duygusu…
Bütün bunlar gerek bir arada, gerek nöbetleşe varlığını sürdürecek, hatta o
kepaze son gelip çattığı zaman bile farklı olmayacak durum.”
Özgürlüğü sadece
yalnız, sorumsuz yaşama, sorumluluktan kaçma gibi görenlerin yaşadığı
bıkkınlığı, dibe vurmayı anlatmaya gerek yok. Çevremizde bolca; mirasyedi, köşe
dönücü mutsuz, derbeder budala dolu… Özgürlüğün irade ve sürekli öğrenip
yenilenme ile birlikte dönüşüm olduğunu hiçbir okul öğretmiyor bugün. O yüzden,
çırpınan göçler; oradan oraya savrulan insanlar ve insanlık…
Suriyelileri ibretle
izliyorum. Doğdukları yerden kaçışları ürkütücü bir hal almış durumda. Tıpkı
kendi şehrimin köylerinin hızla şehirli olacağız diye varını yoğunu bırakıp,
bugün uyar dünyanın tekrar dirilttiği organik yaşamlardan kaçıp, şehirlerin
kenar mahallelerine, şehir ve beton yığınlarına teslim oluşunu; ibretsel bir
sessizlik içinde bakıyorum.
Ya da boşalan doğu, güney
bölgelerimiz… Yığınlar içindeki batı bölgelerin emniyet, sosyal, kültürel
çığlıkları; sanki sağırlar zamanı-çağı içine düşmüşüz; 21. yüzyıl bu çağın
başlangıç zamanı gibi…
Kafesteki sincabın
çaresizliğini görüp kendimizi özgür hissetmenin yanlı tarafında esir olduğumuzu
bilmemek; hazin bir insanlık ağıtını, pop kültürü gibi dinlemek; çaresizliğin,
yetersizliğin TA KENDİSİ değil de nedir?
Sınırlı sayıda
çalışanın, kazanç kapısının, öğretinin, sorgulamanın olduğu, başarı ve zekânın
“köşeyi dönme” dön de nasıl dönersen dön mantığıyla neredeyse tüm ömür boyunca
“HEMŞERİ” ve TANIDIK” arama peşinde koştuğumuz güya adına özgürlük, kent yaşamı
dediğimiz insanlık biçimlenmeleri…
Ne Suriyelilere, ne
çok hızla göç eden köylülere, ne de doğudan, doğdukları bin yıllık medeniyet
zenginliklerinden kaçan insanlara üzülelim. Çaresiz üzülmeleri hiçbir şeye
yaramıyor. İlk önce kendimizi sincaba benzeyen durumumuzu kurtarmamız
gerekiyor…
Düşünürün kafesteki
sincap hikâyesi bir toplumun kurtuluşu kadar önemli olsa da, toplum bireylerden
oluştuğunu düşünürsek; kendimizi, yani “ben” kurtarmalı bakarken sincabın
çırpınışlarına.
Darlığın umutsuzluğu,
direnmenin kaçıklığı yaşanırken toplumun sağlıklı oluşu Y ve Z Kuşaklarının
merhameti, şefkati, vefası ve uluslar arası başarısı beklenir mi? Düşünmeli
tıpkı sincap gibi; devinimin mutluluğunu içerken; sadece rakı bardağını
kaldırıp “şerefe” , ‘yarasın” demeyi ezbere bilirken; çay, su, kahve
bardaklarının kıymetini bilememek; devinimin çırpınışları, umutsuzluğu ve
çaresizliği içinde var olduğumuzu sanmak; varlık adına ne büyük yanılgı
dostlarım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder