Kamera; Güven Sığacık-Sakin Şehir...
ÇEVREMİZİN FARKINDA MIYIZ?
Pozitif dergisinin
53. sayfasında Yaprak Çetinkaya çevremizi oluşturan; insanlara, hayvanlara ve
de o eşsiz doğaya dikkat çekiyor.
Sahi, pek kıymetli
dostlarım; çevremizin ne kadar farkındayız? Duyarsızlığımızı duyarlı kılacak;
kendi eksikliğimiz mi olacak? Bir şeyler kaybetmeden anlamayacak mıyız
çevremizin o büyük kutsal önemini. Bizden de başka canlılar olduğunu; kılı kır
yararken tatlı canımız için, nice canların da olduğunu; canlara canlılık katan
doğanın, hayvanların da bu dünyaya ait olduğunu; acımaktan öte gerçek bir insan
duygusuyla ne zaman anlayacağız?
Elbette anlamış
görünen, anlamını insandan öte taşıyarak bir başka çevre kirliliği,
duyarsızlığı yaşayanları da görünce; şaşırıyorum doğrusu.
Yaprak Çetinkaya bu
konuyu oldukça güzel bir paylaşımla; Judith Malika Liberman’nın Yol Gösteren
Masallarından bir tane seçki yaparak tamamlıyor. Bu masalı yaşama akacak olan
taze sunumuyla masal tadında paylaşmak istiyorum;
Masalımız kör bir
adam üzerine. Kör olan insanların kulak ve zihinsel sezgilerine dikkat çekerim;
yazımın başındayken… Bu da yetersizliğin nasıl bir doğal-doğa veya yaratıcı
fazlalığıyla tamamlanıyor; varın siz değerlendirin.
Kör adam evden
çıktığında epey geç olmuş. Akşam yemekleri, güzel sohbet zamanın nasıl geçtiği
anlaşılmamış. Ev sahipleri kör misafiri karanlık sokaklara bırakmak istemese de
kör adam ‘yolcu yolunda gerek’ diyerek yola çıkma kararlığı göstermiş. Bunun
üzerine ev sahipleri o zaman eline bir fener verelim en azından karşıdan gelenler
seni fark eder ve çarpmazlar, diyerek kör adamı ikna etmişler.
Kör adam bu fikri
olumlu bulmuş. Gözleri görmese de, gözleri görenlere önlem olsun diye eline
tutuşturulan fenerle gecenin karanlığında kendi evine doğru yol almaya
başlamış. Elinde fener olduğu için, gören insanların ışığı görmesi; rahatça
yürümesine güvenip daha da hızlı yürümeye başlamış. Ne kadar pratik, ne kadar
güzel bir şey, diye düşünürken diğer insanlar için endişelenmeyi bırakmış.
Diğer insanlara
çarpma endişesi ortadan kalkınca hazlı yürüyen kör adam karanlığın içinde
birine çok sert bir şekilde çarpmış.
Hey, oradaki, feneri görmüyor musun?
Kardeşim fener yanmıyor. Rüzgar söndürmüş olmalı. Nasıl
görebilirim?
Kör adam özür diler.
Diğer adam onun için feneri bir kez daha yakar. Yine elindeki fenerin yanan
ışığına güvenerek yolunda hızlı hızlı yürümeye başladı. Birine daha çarptı.
Hey kardeşim feneri görmüyor musun?
Özür dilerim; ben körüm ve ben de bir fener tutuyorum. Bu
sayede beni göreceğini ve yolumdan çekileceğini umuyordum.
Bir masal dostlarım;
bir masal ama yaşam içindeki davranışlarımızın ne kadar ince bir terazi içinde
tartılması gerektiğini anlatan bir yaşam iksiri gibi… İki kör ve ellerinde
yanan iki fener hiçbir işe yaramıyor.
Masalın anlatmak
istediği şey de yaşamın tam da bu anına şu notu düşüyor;
“ Hislerini aç. Otur gözlerini kapat, bütün hislerini aç. Ne
duruyorsun, teninde ne hissediyorsun, nelerin kokusunu alıyorsun, nefes alıp
verişin içindeki manzarayla ilgili neler söylüyor, organların sana ne
anlatıyor, kaslarını ve uzuvlarının nerede olduğunu hissedebiliyor musun?
Tamamen farkında olmaya, dış ve iç dünyada tamamen var olmaya çalış.
Koruyucu önlemler ne
kadar fazlalaşırsa sahte bir güven hissi yaratır.”
Doğaya, ne kadar çok
muhtacız dostlar; doğaya ve doğal olmaya… Yaşamın şartları bizi diplomatik,
siyasi, ticari davranmaya ikna edebilir, mecbur kılabilir. Bu mecburiyet,
iyiden, hoşluktan, doğallıktan ayrıldığımızı, onu korkunç bir yok edici canavar
gibi yok ettiğimizi ve edeceğimizi göstermez…
Doğanın doğallığı
içinde insan kalmak; en zor olan budur işte, en zor okul, en zor problem…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder