Sayfalar

6 Temmuz 2015 Pazartesi

IŞIK ÜLKESİ-LİKYA



Kamera; Güven 
Likya Diyarı buradan başlar; Ölüdeniz Ovacık
Bir günlük yürüyüş öneriyorum; yeterince risk almak
istemeyenlere. Ovacık Faralyalı arası 12 km
Sıra dışı bir gün;efsaneleri güne davet ede ede...


Kamera; Güven Likya Yolu Ovacık Faralyalı arası

Ölüdeniz,tam aksine yaşamın ve yaşatmanın ta kendisi...


Kamera; Güven Likya Yolu

12 km lik yolun yarılarına doğru;ayrı bir medeniyet
kokuları duyuluyor rakımın arttığı, Çamağaç Köyüne
yaklaşırken...


Kamera; Güven Likya Diyarı

Alt taraf Kelebekler Vadisi...

Bu diyara vadinin sürprizleri için gelmeli; sadece kelebek
fotoğrafı hayal edenler tam bir şok yaşıyor...


Kamera; Güven Likya Yolu 

Ovacık Faralyalı arası... 

Eski ticaret yolları, demek yeterli değil.
Eski ile yeninin ayak sesleri seviyle mayalanır-sa
düş ile gerçeğin karışımı bir şey çıkar ortaya...




IŞIK ÜLKESİ (LİKYA)

İnsan yaşadığı yere ne kadar düşkünse, dünyaya o kadar da hasret… Bilgi ve öğretiler, gözlemler arttıkça dünyanın bize süzülen sevgi renkleri ve sesleri de artıyor…

  Likya Uygarlığı ve onlardan geriye kalanlar da öyle… Likya deyince hemen hemen herkesin aklına gelen ilk şey; kaya mezarları. Elbette öyle ama kayadan çok şey var bu uygarlığın geride bıraktığı…

  Demokratik uygulamalar 23 Likya Şehrinin yönetime katılma hakları, zanaate, sanata, taşa, ahşaba ve uygarlık yolunda uzlaşmaya olan düşkünlükleri… Çıkaracakları kanunları, alacakları kararları uzlaşma, barış yoluyla uygulamak için her şehrin oy hakkı vardı. Önemli büyük şehirleri üç oy hakkına sahipken, diğerleri bir oy ile yönetime, alınan kararlara ve sorumluluğun insana dönüşümüne katkı sağlarlardı.

 Likya deyince bir başka şey daha geliyor akla. Likya Yolu. Işık Ülkesi anlamına gelen Likya şehirleri arasında ticaret, sosyal gereksinim olarak kullanılan bu yol Türk vatandaşlığına geçmiş İngiliz asıllı Cate Clow tarafından ülke ve dünya turizmine kazandırılan ve şimdilik 509 km olduğu kanıtlanan yolun ismi gelir.

 Bu büyük yürüyüşü bir ay gibi zamana da yaya bilir, günlük parkurlar veya imkânlar dâhilinde yürüye bileceğiniz kadar yürüye bilirsiniz. Geçmişi 3 bin yıl hatta daha da fazlaya dayanan bu yolların anılarını, hatıralarını; yollara dizilmiş deve, katır, eşek ve insan kervanlarını günümüze davet edebilir; onların kokularını, seslerini, renklerini, yorgun heyecanlarını görebilirsiniz.

 Bu tamamıyla sizin elinizde… Cesaretinizde… Bilginizde… Empati yeteneğiniz, o muhteşem insan becerinizde gizli…

 Bugüne kalan Likya şehirleri Arna, Patara, Tlos, Myra, Oympos… Bu şehirlerde ne bulacağım? Diye düşünürseniz; belki de bugün yetmeyen zamanı, oldukça fazla zamansızlığı ve içsel titremelerle birlikte geçmişin günümüze süzülerek, ölen ve öldürülen uygarlıkların halen yaşama imkânı ve yaşadığını anlayın taşa, harabeye tanıklık ederken o ışık ülkesini görebilirsiniz…

 Cate Clow… İngiliz asıllı bir kadın… Yaşamak için bizim ülkemizi seçmiş… Çoğumuzun beğenmediği, sıkıldığı, hatta durmadan içine edip, sınırlar çizip, duvarlar ördüğü ülkemizi… Bu ülke, ülke insanı bilmeli ki dünyalı olmaya en yakın, en cazip ve borçlu olanıdır… Sadece burada yaşayan uygarlıkları anlayıp, güne davet edelim!

 Dünya turizmine kazandıracağımız her uygarlık; taş olmaktan, mezar, antik tiyatro, kale, hamam olmaktan kurtulacak; insan nefhana, huzuruna, becerisine ve dönüşümün o görkemli yenilenmesine dönüşecektir.

  Işık Ülkesi, Likya medeniyetinin bugün yürünecek olan yolunun başlangıç yeri Ölüdeniz. Ovacık istikametinden ağır ağır çam reçinesi süzülmüş, ortalığı buğulu bir çam kokusu sarmış yere tırmandık. Ölüdeniz’i Babadağ’dan seyretmek bir başka tercihin insana süzülen başkalaşımı…

 Aynı süzülüşü, burayı bir İngiliz Kolonisi haline getirmiş, burada yaşayan İngiliz’leri izlerken de yaşadım. Disiplinleri, içe kök salmış doğrulukları, dürüstlükleri insana dair ne varsa her şey…

 Kate Clow’da bir İngiliz. Bir insanın bir ülkenin aitliğini nazikçe bir kenara itip, dünya insanı olup evrene akmasını gördüm; burada yaşayan İngilizlerin gözünde. Kendi ülkemizi ilk fırsatta batıran, çöp, atık deryası yapan bilgisizliğimize, eğitimsizliğimize bir kez daha yandım, Likya’nın yolunda, çan ve zil sesleriyle ilerleyen ticaret, kültür kervanlarını düşleyip yürürken…

 Tam da bu çalışmayı kaleme alırken bir dostum uğradı kahvemi yudumlayıp Işık Ülkesini içten dışa süzerken. İngiltere’den yeni gelmiş. Büyülü beynin, ışıltılı gözleriyle anlattı bana gördüklerini.
 “Orada, bahçelerin çitleri yok. Evlerin demir parmaklıkları bulunmuyor Güven Bey.” Dedi. Seni en çok ne etkiledi, dedim. Doğrulukları, dürüstlükleri, torpil arayıp yapmamaları, dedi. Temizlikleri, doğa ile barışık olmaları, dedi…


 Büyük kültür deryasında, büyük kıtlık yaşamak; ne hazin bir öykü… Ne hazin bir aymazlık… 

Güven Serin 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder