Kamera; Güven Tekirdağ
BİR KADIN GÖRÜRSEN GÖZLERİNİN İÇİNE BAK
Ziyaretime gelen dostum Raşit Bey ile hoşbeş ettikten sonra
hal-hatırlar soruldu. Türkiye’de ki ölüm yaş sınırını zorlayan Raşit Bey’in
yüzüne baktığımda neşenin yanında bir başka şey daha gördüm. Kıpır kıpır bir yüz…
Çizikten,
buruşukluktan arınmış; yaşamın bütün zorlukları içinde kendi kendini onaran
bedenin uğraş veren, alın teri döken yüzü…
İnsan öğütme
makinesine dönen ülke yaşam şartları, bazı insanları lime lime etmek istese de,
doğanın muhteşem kalkanlarıyla “yaşam sevdası-sevgisi-inancı-uğraşı” ile
karşılaşıyor… Toplum Bilimcileri bu topluma ait her ferdi tek tek
inceleye bilse, onların mutluluk, huzur göstergelerini, beden ve ruhsal
dinginliklerini ilimin yardımıyla kâğıda dökse oldukça şaşırtan rakamlar, toplumsal
farklar çıkar ortaya.
Beslenme, hareket ve
ruhsal dinginlik; neredeyse sağlık adına en önemli söz sahibi olan bu üçlü,
insanların sosyal yaşamından tutun da, bedensel görünüşe kadar etkiliyor. Yirmi
kilo fazlalığı olan bir insanın üfleye-püfleye dolaşıp, sıkça tansiyondan, kötü
kolesterol söz ettiğini duymak sıradan hale geldi.
Raşit Bey bir süre
önce İngiltere’ye kızı ile damadının yanına gitti. Orada yaşayan bölge
insanlarını anlama, tanıma açısından çok değerli görüşlerle geri döndü. İnsanın
doğanın bir parçası olduğunu en iyi bilenlerden birisidir İngilizler. O yüzden
doğayı da en iyi korumayı kültürleştirmiş toplumların öncülerindendir.
İngiltere’ye kim
giderse gitsin; doğa ile insan uyumunu; insanın doğanın içine süzülen patikalar
yardımıyla doğayı rahatsız etmeden de doğanın içinde olabileceğini büyük bir
görgü ile anlatırlar. İnsandan kaçmayan tilkilerden, karacalardan, tavşanlardan
söz ederler. Çünkü insan onları görür görmez öldürmeyi düşünmez…
Peki, ama bizim diyar
ilk önce öldürmeyi, yağmayı niçin düşünür? Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür
Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Adalet Banklığı ve Toplumu, insan sağlığını
ilgilendiren bütün kuruluşlar; bu kadar çok öldürme olayını, isteğini halen
çözmemiş durumdalar. Adalet Bakanlığı hapishaneleri çoğaltmak, yığılan
dosyaları yeni ve daha büyük arşivlere taşımakla meşgul…
Milli Eğitim
Bakanlığı üzerinde bulunan en önemli görevi, bir yük gibi görüp bu işi özel
okullara devrederek yükün hafiflemesinin keyfiyle meşgul…
Üniversitelerimiz
hızla çoğaldığı halde; ilimsel, toplumsal, sosyal projeleri niçin üniversite
yerleşkelerinden şehirlere ve ülke dışına çıkamıyor?
Bütün kuruluşların
çok acil kendi içinde özerkliğe muhtaç olduğu gün gibi ortada! Çürüyen
geleneklerin çok acilen insanlık neşteriyle temizlenip, pansuman yapılması
gerekiyor.
Raşit Bey’in
İngiltere’de bulunduğu ilk günlerde damadı ona çok önemli bir uyarı yapar;
“ Baba, yarın öbürsü
gün çevreye çıkıp gezmek isteyeceksin. Sakın Türkiye’de olduğu gibi yürüyüşte
bir kadın görürsen kafanı yana çevirip geçme. İngilizler en çok selam vermeden,
kafasını çevirip geçen insanlara kızarlar.”
Raşit Bey; “ Peki ama
ne yapacağım?” , “ Günaydın, merhaba, selam deyeceksin. Hem de gözlerinin içine
bakarak…”
Raşit Bey, geniş,
bakımlı parklara çıktığında yürüyüş yapan ve yanında geçen her İngiliz ile
selamlaşmış. Verdiği her selamın geri bildirimi; içtenlikle gülen, onun
gözlerinin içine bakan insan yüzleri olmuş…
Bizler batı şehrinde
yaşamakla istediğimiz kadar övüne duralım. En çok aracı olan şehir, okuma
oranı, eğitim düzeni en yukarılarda olmuşluğuyla sarhoş olalım ama ne hazindir
ki herhangi bir kamusal alanda; erkeğin kadını görünce, kadının ereği görünce
başını çevirmesine tanıklık etmeye devam ediyoruz.
Niçin? Güya, kadına
saygı… Güya erkek, o bakıştan medet umar da sonra başa neler gelir… Kaçın,
göçün, sakınmanın toplumsal gelişmelere HİÇBİR faydası yoktur… Olmadığı
ortadadır…
Pazar tezgâhında,
taksisinin başında veya dükkânında kendinden çok küçük kadınlara; güya saygı
niyetine, “ buyur abla” diyen nice insanın abla kavramı sorgulanmalı… Niçin bu
mahcubiyet… Abla dediği, ana dediği koruma altına alınıyor da, azcık rahat
giyinmiş bir kadın niçin halen “AV” gibi bilinip, her an ölümle, saldırıyla yüzleşiyor…
Bu büyük sorun;
bedenimizin en yukarısında taşıması gereken beynimiz apış arasından
kurtarılmalı! Ama nasıl? Kreşte başlayacak eğitimler ve hayat boyu sürecek
toplumsal desteklerle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder