İstanbul Moda
Selçuk Öğretmenle Saint joseph Sergisinde (Yaşayan Anılar)
OKUMA GÜNCESİ
669 sayfalık kitap
Aziz Nesin’in ölümünün üzerinden yıllar sonra yayımlandı. 2014 Yılı Nesin Vakfı
tarafından bir ders kitabı niteliğinde; aynaya bakmaktan, kendi sesimizi
duymaktan ve asıl olan eleştiriyi anlayıp, edebi eleştiriye açık olmanın yüksek
erdemini anlayıp içselleştireceğiniz bir kitap.
Aziz Nesin’in akıl,
demokrasi, aydınlık adına yaptığı çıkışları, edebi eleştiri altında sakınarak
not aldığını, ince ruhunun derinliklerinde gizlenen insancıl bakışın ölümünden
sonra, özellikle bu zamanlara bırakılmış olduğunun sakıncalarını bulacaksınız
bu eserde.
Nesin’in değer
verdiği dostlarının ona okuması, değerlendirmesi için yollanan, hikâye, şiir
kitaplarını değerlendirirken, bilgi, görgü, tecrübe içinde olan bir insanın
yaşadığı büyük sancıları, gerçek ile gerçek dışı duyduğu ıstırabı gördüm…
Kitabın 516.
sayfasında Nesin’in çok sevdiği Yüksel Pazarkaya’dan gelen şiir kitabı üzerine Nesin,
edebiyat dünyasına ders niteliğinde şu notları düşüyor;
“ 24 Ağustos 1990
Cuma günü Dereboyu’ndaki evde okdum. Sevdiğim insanlar iyi yazmıyor, iyi
yazanların çoğu da iyi insan değil… Yüksel niçin bu denli kötü yazar? Dayanılmaz
kötülükte şiir diye yazdıkları… Çok kuru, kupkuru. Salt beyniyle yazılan
şiirlere örnek. Sanıldığının tersine dil ustalığı da yok;
Biberi sarı yeşil iriledi/Patates, sabırla toprağın yüzüne
genledi/Mutluluk hüznü çizgileriyle hareledi. “
Deneyimli yazar;
tarihe, edibi dünyaya miras olarak bıraktığı bu düşünceleri, bir başka
düşüncenin içine girmeme neden oluyor.
Acaba iyi yazıp da
Nesin’in dediği gibi kötü insan olunca; kötü insanın iyi yazınını kendi
süzgecimizden geçiremeyecek kadar duygusal, koşullu bir insanlar topluluğu
muyuz? Öyle görünüyor. Bir insan kötü yazsa da, iyi insansa; onu kırmamak adına
kim bilir ne katlanışlara, ne görmezliklere, duymazlıklara iyi olma adına
sessiz kalıyoruz.
Bir de Nesin’in
Pazarkaya için söylediği söz; “ salt beyni” ile yazılan yazıların şiirselliği,
yani şiir ruhu ortaya çıkmıyor mu? Duygu, yaşanmışlık veya sanatçının o derin hissedişi
yoksa şiirin tadı eksim mi kalıyor? Bence öyle; düşününce, duygu olmayan hiçbir
şeyin bu anlamda edebi bir önemi, derinliği, gizemi olmuyor; olamıyor…
Nesin çok sevdiği
arkadaşının şiir kitabını sonuna kadar okuyor. Nesin’in özelliklerinden birisi
de bu; ona yollanan kitapları sonuna kadar okuyor. Bazen üflüyor, püflüyor
zamanının çok değerli olduğunu, sırada okuması gereken kitaplar olduğunu bilse
de onca emeğin bir anlamı, önemi olmalıdır düşüncesini hiçbir zaman hoyrat bir
şekilde bir kenara atmıyor.
Pazarkaya’nın gurbet
acılarını, sıla özlemini inandırıcı bulmuyor. İnandırıcılığını yitirmiş bir
sürü yürüyüş, sesleniş, haykırış bulabilirsiniz bu toplumda. Hem de
tazeliklerini şu an bile koruyan görüntüler; gösteriler… Ahlaktan, haktan, adaletten
söz edenlerin sloganlarına, kendi aralarındaki konuşmalarına bakınca tüyleriniz
diken diken olur. Çünkü o sözcüklerin beden yapıları, bedenlerini yöneten
beyinleri; adalet, hak, ahlak derken; fırsatını bulsa nasıl yok edici
olacağının teminatını, belgesini, ürpertici gerçeğini de ortalığa saçıyor…
Nesin, çok sevdiğim
dediği Pazarkaya’nın bir başka şiirinde can alıcı eleştiriyi bir kez daha
yapıyor;
“ Bir top oynayabilsem sokakta gençlerle/Daha bana hiçbir
çocuk-bildik bilmedik/Amca diye seslenmedi bu yerde.
İşte özledikleri
bunlar, yani ilkellikler… Sokakta top oynama ilkelliği. Gurbet dediği
Almanya’da insanlar ne diye sokakta top oynasınlar… Onların top oynayacak
yerleri var. Bizde olduğu gibi sokaklar top oynamak için değil, gidişgeliş
için…
Çocuklar ona amca
demiyormuş. Niçin desinler? Amcası değil ki onların… Türkiye’de herkes
birbiriyle akraba; amca, dayı, baba, babalık, ağbi, teyze, abla, bacı… İşte bu
ilkellikleri özlüyor Yüksel.
Şiirlerinin
ağırlığında gurbet acısı ve sıla özelim… Ama içten değil ki… Çünkü kendisi
gerçekte ne gurbet acısı çekiyor, ne de sıla özlemi duyuyor. Gurbette yaşamak
zorunda değil ki, sıla özlemi çekmek durumunda değil ki… Sürgün değil,
sığınmacı değil… İstediği zaman da en iyi koşullarda sılasına gelebiliyor. Eee?
Haaa, şu söylenebilir; şair olarak başkalarının gurbet acılarını, sıla
özlemlerini duyarak dile getiriyor. O zaman şiirsel yazmak gerekir, şiirsellik
yok, şiir yok. Bir içtensizlik var.”
Edebiyat dünyamızın
bugünkü fakirliği, özgün şeyleri yeterince üretemeyişi, uluslar arası dünyaya
açılmışıyla belki de edebiyatçıların, fikir ve yazın insanlarının hakiki
eleştirilerden uzak oluşundandır; kolay, şan şöhret arayışlarından dır. Hâlbuki
tabiatta hiçbir oluşum, kolaylıkla beslenmiyor. İnce, uzun, istikrarlı
yoğrulmaları, pişmeler gerekiyor bu onurlu yolculuğa çıkmış olanlar için.
Güven Serin
Duygulanarak okudum. Uzun uzun anlatsam bu güzel yazıya saygısızlık olur. Aziz Nesin diyelim, şiir diyelim, insanımız diyelim, gerisini anlar dost.. Sevgiler, selamlar Begonvilli Ev'den.
YanıtlaSil
YanıtlaSilTeşekkür ederim Begonvilli Ev;duygulanmak yüklü duyguları en üstte tutan,onların değerini bilen canlılara özgü bir şey... Edebiyat,duyguların en güzel dostu;onlara görgü,bilgi,öneri getirir;anlam katar uzun yolculukta,bazen sonsuz yalnızlıkta bile...