Kamera; Güven Antalya
OLMAK YA DA OLMAMAK
Hamlet’in seslenişi
devam etmek veya etmemekle ilgilidir. Ya varsın, ya da yoksundur… Psikeart
Dergisi Ocak Şubat sayısında intihar konusunu işliyor. Tüm dünyada çok önemli
bir insan-insanlık sorunu, tıbbın bile çözüm yolları konusunda yetersiz kaldığı
tüm dünyada her yıl 20 milyon insanın intihar girişiminde bulunması, 1 milyon
insanın yaşamlarının son bulması kendi irade seçimleri gibi görünüyor.
Her ölümün ardından
bir şeyler söylenir. Yaşı kaç olduğunun, ne iş yaptığının, yapamadığının,
yetmezlik veya fazlalıklar içinde bulunup bulunmadığı irdelenir. Ölümün şekli
intihar ise insanların başları eğik olduğu kadar söylemleri bir o kadar diktir.
Bir el verilseydi, yeterince anlaşılsaydı…
Hâlbuki beslediğimiz
köpeğin bile karakteri vardır. Akıl ile deneyim ile donatılmış insanın da
oldukça faklı iç dünyaları vardır. Bazıları o kadar ustadır ki, neşe sattığı
halde, yaşamın panayırında eğleniyor görünürken bile ciddi bir dönüş yapıp
yaşamını sonlandıra bilir.
Art Psikiyatri Tedavi
Araştırma Dergisinin kurucusu Prof. Dr. Emin Önder’in anlatımıyla;
“ Psikiyatri en genel tanımıyla, insan ruh hallerini,
kırılma noktalarını anlama, bireyin ruhsal dokusunun sağlıklı gelişimini
sağlama bilimidir. İnsana ilişkin ve ilişkilendiği ne varsa, bilimdir. Bu
nedenlerle psikiyatrinin hayatı anlamak, anlatmak ve şahit olmak iddiasıyla
sinema sanatıyla yolları mutlaka kesişecektir.”
Kesişen bu yolları
nasıl değerlendireceğiz? Dağınık insan aklı, uzaya saçılan yıldızlar kadar
saçılmış bilgiyi, bilgisizliği, görgüyü, görgüsüzlüğü birbirinden ayırıp,
ruhsal ve bedensel bütünlüğümüz için öncelikli faydaya dönüştürmek için neler
yapmalıyız?
Sanırım ilk önce
kendimizi anlamaya çalışmalıyız. Kurtarıcının biz olduğumuzu, sağlıklı bedene
sahip birisinin, sağlıklı düşünüp, çalışma imkânı olacağına defalarca tanıklık
ettik. Uğraş içinde olan insanın çözüm yollarını veya çözümsüzlüğü en iyi
bilen, o bilginin deneyimine şahitlik eden kendisini için imbiğinden geçecek
her türlü bilgiyi süzmeye başlayan tarafta olduğunu biliriz.
Arkadaşlarımla
birlikte gittiğim film yerli yapımı komedi ağırlıklı, bir parça da dram
taşıyordu. Fantastik tarafını da yok sayamayız. Filmin ismi, Bana Masal
Anlatma. Oldukça güncel, konusu İstanbul’da geçiyor.
Milyonlarca insanın
göç ettiği bir şehirde sur içinde yaşayan insanların birbirine sokulmasını, bu
sokulmanın muhtaçlıktan doğduğunu, çaresizlikle, yetmezlikle yaşayan insanların
kendi mizah anlayışlarını kaba, gevşek, tutarsız sevgi ve saygı gösterilerine
dönüştürdüklerini; her göç ile birlikte insanların ne kadar çok şeyi geride
bıraktığını; insan alt yapısının öz iradesinin besinsiz kalınca, duyguların her
daim kanayacağını da anlatıyor.
Kitapları 50 dile
çevrilen Alman yazar Zweig ve eşi Motte Altmann, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle
ülkelerinden ayrılmaları, ülke özlemiyle yaşamaları, insan zekasının en üst
aşamada bile tercihini yaşamdan çok ölüme yönelteceğinin ayrı bir kanıtıdır. Zweig
60 yaşına gelmiştir. Yeni bir yaşam kurma konusunda ümitsizdir.
Kendisini yalnız,
yalıtılmış ve “ağırlık merkezi kaymış” olarak görür. 22 Şubat 1942 gecesi Zweig
çalışma masasının başına geçer. Bir veda mektubu yazar. Oldukça özenle. İlk
yazdığını beğenmez, çöpe atar.
Mektubunda, açık bir zihinle, kendi iradesiyle ve halen ayaktayken
hayatına son vermeye karar verdiğini anlatır. Ütülü gömleğinin üzerine
kravatını bağlar; en güzel elbisesini giymiş ve kendisine eşlik edecek eşi
Altmann ile birlikte yüksek dozda barbiturat alarak yataklarına uzanırlar.
Araştırmalar
gösteriyor ki intihar girişiminde bulunup da başarısız olmuş kişilerin bir daha
intihar etme eğilimleri fazla görünse de, yeniden intihara teşebbüs etmiyorlar.
Ama niçin? Bu soruya
insanların çok geniş, derin iç dünyalarının anladığımızda cevap da bulacağız…
Voltaire bu konuda şu görüşü ortaya koyar; “
İlkel insan yaşama güçlükleri karşısında kendisini öldürmeyi düşünmez, bu
düşünce uygarlaşan insanın duygululuğunun bir ürünüdür.”
İntihar eden
insanların tümünün ruhsal problemi olmadığı yapılan araştırmalarda ortaya
çıkıyor. Bu da bu konunun önemini, farklılığını, gizemini ortaya çıkartıyor.
Söz konusu olan canlı insan; evrenin bir parçası; şu an bilinen en akıllı
canlı…
Camus’da bu konuda
düşüncesini ortaya koyar; “ Hayat anlamsız olabilir, ama belki de yaşamaya
değer. Evet, saçmanın kabulü kişiyi umut yanılsamasından kurtarır, fakat
umuttan yoksunluk, umutsuzluk değildir.”
Bir televizyon
programında bir doktora katılımcılardan bir kadın şu soruyu sordu;
-
Efendim, bugünün ilişkileri niçin bu kadar çabuk
bozuluyor?”
Doktor, bilge bir
duruluk içinde kendisinden bir örnekle yanıt verdi;
— Benim
annem hiçbir şeyi atmazdı. Onu tamir eder tekrar kullanırdık. Şimdi, uygarlığın
hızla değişim yaşadığı bu zamanda aynı tamiri ilişkiler de istiyor.
Hızlı üretimin,
hızlı yaşamların sevgiden, istikrardan yoksunluğu; mutsuzluğu da doğuruyor.
Doygunluğu, boşluğu, korumasızlığı belki de cezalandırıyordur intiharı seçen
insanlar; kim bilir…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder