Kamera; Yunus Ganoslar
Kamera; Güven Ganoslar-Tekirdağ
HAYATTA KALMA MÜCADELESİ
Her fırsatta yaşama
tutunmuş insanların, yaşam çığlıklarını görmeniz mümkündür. Bu işi en iyi yapan
canlılar elbette hayvanlardır. Hiçbir yanılgı içine düşmeden, genlerindeki
çağrıya; yaşam serüvenine hiçbir koşul koymadan ayak uydururlar.
Canlıların en sıra
dışı olanı insandır. Düşünür, yargılar, aklın ve duyguların, öğretilerin,
gelenek, göreneklerin; kısacası her türlü etkinin altında veya üstünde durarak
yön çizer; yol alır.
Yaşam ile ölüm
arasındaki ince çizgiyi bilenlerin yaşam sevdası çok başkadır. Daima var oluşu,
yok oluşları bile var oluşa bir engel değil, bir anlam, bir yol, bir öğüt
olarak alılar, yaşamın coşku dolu tellerine, sımsıcak ve içten dokunurlar.
Bir de hayatta kalma
mücadelesinden vazgeçenler vardır. Yeniköy’lü Hasan da onlardan birisidir.
Dostum Yunus’un kardeşi Hasan. Nice Hasan’dan, Ahmet’ten, Hüseyin’den, Ali’den
birisi…
Yeniköy, Tekirdağ’ın
değil belki de ülkemizde çok özel sayılacak yerlerden birisi. Tepeleri,
vadileri, Rum evleri, daima esen rüzgarı, güneyin yeşili, deniziyle,
mitolojinin gizemli geceleriyle bir başka cennettir.
Yeniköy Hasan’dan
önce öldürüldü. Beceriksiz, halkını düşünmeyen politikacılar, bürokratlar
tarafından öldürüldü. Yeniköy gibi nice güzel köy; organik tarımın, en güzel en
faydalı besinlerini üretecek yerlerden en nadide olanları; çoktan öldürüldüler…
Yeniköy’ün erkek
nüfusu özellikle kışları, dört kişiden fazla değil. Şimdi üç kaldı. En genç
olanı Hasan; ibretsel bir tercih ile 50 yaşında, zamansız bir ölüme tepelerden
tepeye haykırır gibi haykırarak sarıldı.
Yeniköy’ün, kısacası
Tekirdağ’ın dağ köylerinin ilk önce tütününü, sonra ipek böceğini ve en sonunda
bağlarını öldürdüler. Hesabına düşkün Tekirdağ entelleri, her ölümü seyir sefa
içinde izlediler de,
NİÇİN ÖLÜYORLAR?
NELER YAPMALIYIZ?
Demenin erdemine
bile tutunmadan, ölümleri normal ölüm gibi; panayırlardaki hokkabazları izler
gibi izlediler.
Yeniköy’lü Hasan,
kendi iradesinde, kendi ipini kendi çekti. Kayıtlara intihar diye geçecek. Bir
insanın, birkaç bedenin erken ölüşü, hiçbir sorumlu kişiyi ilgilendirmeyecek.
Jandarma, Savcı, doktor ve imam, hepsi görevlerini yapmış olmanın yorgun
bedenleriyle, belki de birbirine benzediği için aynı gecelere, aynı günlere
sıkılarak bakacak; yeni bir şeyler daha güçlü ölümler yok mu, diye düşünmeden
edemeyecekler…
Peki, ama neden? Bir
insan niçin ölümü seçer. Yaşamak, yaşatmak en büyük sanatken… Yaşama tutunmak için
seksen yaşında bir insanın bile doktor doktor gezip, büyük bir sevda koşusu
yaşarken 50 yaşındaki insanın tercihi; niçin ölümden yana…
Hasan, toplumun
büyük çoğunluğu gibi bankalara borçlu… Hasan, dağların, vadilerin serin, ılık,
coşku dolu şifasını bırakıp da gitmesinin bir anlamı olmalı! Muhtemelen, sizin
kirlettiğiniz dünyanız sizin olsun; ben size, sizin yaşamınıza ait değilim, der
gibi gitti; bir insan daha zamansız…
Yetersizlik,
sıkışmışlık; hızla şehirli, hızla modern, uygar olacak denen toplumun hızla
borçlandırılıp uygar görünen, yapay devlerin-şehirlerin kan, irin kokan
ağızlarına bırakılması; ne büyük uygarlık töreni değil mi dostlarım!
Alman oyun yazarı
Georg Büchner’in Ölümü ve hiçliği anlatan oyununda, nişanlısına seslendiği bir
sahne;
“ Devrim tarihini
inceliyorum… Görebildiğim insan doğasındaki yineleme olgusu; yaşamımızı
yönlendiren şiddetin önüne geçilemez bir güç olduğu… Birey dalgalar arasında
küçük bir köpük sadece.”
Ne birey, birey
olduğunun farkında, ne kent kent olduğunun; ne vekil vekil olduğunun; unvan,
şan, şöhret delisi zavallı bir toplum; bütün mesele bu işte…
Güle güle Hasan… Ismarladığın
çayın karşılığı yoktu biliyorum. Ama yine de aklında olsun belki bir gün, ben
de bir kahve söylerim sana; karşılığını düşünmeden…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder