Sayfalar

24 Kasım 2014 Pazartesi

GÜNEŞE SALDIRMAK


Kamera; Güven- İstanbul


GÜNEŞE SALDIRMAK

  Aslı Ulusoy Pannuti kendi köşesinde Paris’in Orsay Müzesi’nin ağır konuğu Marquis de Sade’yı ağırlayacağını anlatıyor. Bu anlatım aynı zamanda sıra dışı bir sanatçının büyük ahlakçılar tarafından yok sayılırken, düşüncenin, sanatın özgürlüğünü alabildiğine anlamak isteyenler tarafından ise korkusuzca, gönüllüce takip ediliyor.

  Şüphesiz Marquis de Sade sıradan bir sanatçı değil. Korku, şiddet, erotizm, ölüm… Bu sergide bu kavramların yansıdığı eserlerin tamamının olacağı da anlatılıyor. Paris’in ünlü müzesi bilinen klasik duruşuna karşın neredeyse büyük bir kesim tarafından dışlanmak istenen bir sanatçıya niçin yer veriyor?

 Aslı Ulusoy Pannuti’nin açıklamalarıyla, köşesine taşıdığı Orsay Müzesi Başkanı Guy Cogeval niyetlerini şu şekilde açıklıyor;

  “ Sade’ın eserleri lanetlendiği halde tutkuyla okuyan bir yüzyılın incelenmesi, o yüzyılın duyarlılığının bugüne kadar yapılmamış yorumu.” Olarak anlatıyor.

 Bir sanatçı, bir deha; defalarca hapse girmiş, hayatının son günlerini akıl hastanesinde geçirmiş olan Sade 18.yüzyıl dehasının ve kendisinden sonrakileri nasıl etkilediğinin anlatımıdır, diyor bu sergi için Pannuti.

 Sade’nin yaşamını kurtaran, işi deliliğe vurması mıdır bilemiyorum. Çünkü görünen manada her şeyin yolunda gitmesini isteyen, kalın perdelerin, kirli duvarların ardında her türlü iğrençliği, çirkinliği yapan, pazarlayan, organize eden büyük satranç ustaları; gün yüzüne çıkan ışığa, gösterilere, renklere; hele hele oldukça parlaksa, bilinenden öte bir şeyler anlatıyorsa; katlanamazlar…

 Ülkemizin yakın tarihine ve de uzak tarihine bir bakın; söylemleri yüzünden öldürülen şairler, yazarlar, ilim insanları hâlâ gün yüzüne çıkıp aklanmayı, hatırlanmayı, gerçekler ile yüzleşmeyi bekliyorlar.

 Nef’i, Nesimi’yi sadece şiirlerde mi hatırlayacağız? Niçin yok edildiler, niçin hoşgörüyle kabul görmediler; bugünün uygar dünyasında, büyük tüketim çılgınlığı içinde pırıltılar, şükranlar, gülücükler saçan insanlar arasında konuşamayacak mıyız?

 Ülke gerçeklerini yazan, paramparça edilen yazarlar, yakılarak, boğularak öldürülenler, insanlığa adanmışlıklarını bıraksalar, onları yok edenler gibi düşünseler; belki de yok edicilerin gündüzleri bile gece olurdu; vicdan denen, akıl denen gerçeğe, korkuya tutunduklarında.

 Adab-ı muaşeret kurallarını sık sık hatırlatanların, insan denen canlının evrenin bir parçası olduğunu unutmaları ne büyük kayıp! Evren, bircik parçası olan tabiatın hiç durmadan gelişmeye, üremeye, birleşmeye muhtaçlığı, bu şekilde yaşama yaptığı yapacağı katkılar ortadayken dünyanın her yerinde, isimleri ister devlet, ister din kurumları olsun; kendilerine rakip gördükleri her oluşumu, her sesi yok etmeyi üstün bir meziyet, soylu kılıflara geçirerek yok etmişlerdir.

 Farklı olandan niçin korkuyoruz? Alışılmışı sorgulayacak diye mi? Alışılmış olanın büyük menfaatlerinin azalacak korkusu daima endişelerin en büyüğünü oluşturur. Emeksiz yaşamları, çan kuleleri, minare gölgelerine gizlenmiş büyük çıkarları, insanlığın erdeminden, bilimin öncülüğünden çok daha öncedir onlar için…

 Hâlbuki dünlerin yüce öğretilerinden en önemlilerinden birisi de haram yememek! Aldatmamak! Hoşgörülü olmak! Hangi filozof, hangi ilim insanı bu öğretilere karşı durmuştur.

  Güneşe Saldırmak sadece sanatçının, sadece Sade’ın yaptığı bir iş değildir. Bun saldırıyı her daim yapan, ama çeşitli usuller geliştiren sanatçılar, ilim insanları; yapacakları icat, buluş, keşif, yazacakları bir şiir, sahneleyecekleri bir tiyatro, oynayacakları bir film içinde gizliden gizliye verirler; tıpkı tabiatın ağır ama kararlı değişimi gibi; bir ömrün göremediğini, duyamadığını duyanların ve görenlerin var olduklarını bile bile…

 Hiçbir sağlıklı akıl güneşe saldırıyı, aydınlığa saldırı olarak görmez. Var olan, sancılı, hastalıklı adab- muaşeret kurallarına dokunmak ister; onların dokunulmaz olmadıklarını anlatmak adına. Bir de, ağır görgü, sırıtma içinde büyük taklit yapanların diğer yüzünü göstermek için erotizme, korkuya, şiddete yer verir; çünkü en aklı başında insanın, değişen şartlar içinde nasıl bir canavara dönüşe bileceğini göstermenin, en akıllı insanın bile akıl tutulmasına yakalanacağının duyurusun yapar.

 Güven Serin 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder