Sayfalar

27 Kasım 2014 Perşembe

AHMET CEMAL'E TEŞEKKÜR EDİYORUM


İçtenliğine, irdeleme sanatına,öğretilerine; teşekkürü borç biliyorum

AHMET CEMAL’E TEŞEKKÜR EDİYORUM

  Ahmet Cemal Odak Noktası isimli köşesinden, Bir Ödülün Düşündürdükleri başlıklı makalesiyle, adeta insanlık dersi vermiş. Sözcüklerin insan denen canlının ruhuna tesir eden büyük yükü, o muhteşem yalnızlığı bir parça anlayınca ürpermeden edemedim.

  William Blake’nin söylemi beynimin duvarlarına çarpa çarpa oyun oynuyor benle;

“ İçinde ağlayıp dolaştığımız kozmolojik boşluk…”

  Ahmet Cemal, hiçbir bocalamaya, laf cambazlığına girmeden bir ömrün küçük yolculuğunu, bir karikatürist titizliği, zekâsıyla anlatıyor. Bu anlatım, onun yetmişli yaşların ilerleme sürecinde oluşunu, bedenine binen ağrı ve sızıların fazlalığı, sürekli çeviri, öğreti, öğrenme, düşünce ile geçen hayatın yorgunluğu, en önemlisi de, anne ve babadan sevgisizliğini, bir başka sevgilide tamamlayamamış, bütünlenmemiş oluşunun da muhteşem gösterisidir aynı zamanda. 

  İnsan denen canlı, hangi konumda, hangi bilgi ve görgü içinde olursa olsun, yetmezlik içinde kıvrana bilir. Bu anlayış, gençlik zamanlarında, oradan oraya savrulurken, büyük alkışlar, övgüler alınırken pek anlaşılmaya bilinir. Dinç bir bedenin, genişleyen evreni gibi heyecan içinde yeniliklere doymayan ruhumuzun dürtüleri, bir gün yorgun bedene kulak verip, kalp atışları, duygu ve algıları büyük uykuya, büyük yalnızlığa davet eder.

 Ahmet Cemal bu çalışmayı, bu hissedişi yapmasından çok önceleri bir başka ödül töreninde, Alman Kültür Bakanlığı ile birlikte düzenlenen Tarabya Büyük Çeviri Ödülü’nü aldığında röportaj için evine gelen Alman gazeteci ona şu soruyu soruyor;

 “ Çevirmenlik, biraz da insanı zorunlu olarak yalnızlığa sürükleyen bir uğraş değil mi?”

İçi içine sığmayan, kendi eserini kendi bedeninden yontan Ahmet Cemal, bütün odayı, rafları kaplayan dünya edebiyatı temsilcilerini göstererek şu cevabı verir;

  “ Eğer onlarla aynı evi paylaşmak yalnızlık ise, bir daha dünyaya gelsem, yine bu hayatı seçerim.” Der.  

  Sonra, bugüne gelir; beden ve ruh birikimlerinin ağırlığı altında, yalın bir sorgulayışı edebi dünyaya armağan eden, başyapıt bırakan dahiler gibi;

“ Öyle mi gerçekten? Yani, seçerim miydim?” Bu soruları özgün bir anlayış içinde sorduktan sonra aldığı bütün ödülleri, ödüllerden sonraki daha da artan yalnızlığı anlatıyor. Aslında bu yalnızlığı, değerli okurları için; insan yaşamının ne kadar pahalı ve eşsiz olduğunu bir kez daha haykırmak için yapıyor.

  Altmıştan fazla çeviri kitap, on altı deneme kitabı, bir roman, bir öykü, bir de şiir kitabı. Bunların yorgunluğu… Bu ifade onun, büyük eserlere imza atarken duyduğu haz, muhteşem şey kadar gerçek ve onun…

 Ahmet Cemal her fırsatta öğretilere duyduğu saygı kadar, anne ve babadan alınacak sevginin de yetmezliğini gün yüzüne çıkartıyor. Ayrılan anne babasının, onu layık görmedikleri sevginin, insanın yüceliği, payeleri, unvanları arsa bile, sevgiden yoksun kalıp, en pahalı mekânlarda bile yalnızlığın, sevgisizliğin rüzgârları tarafından üşüyebileceğini, toplumuna, okuruna bir borç gibi ödüyor Ahmet Cemal.

 Yaşamı boyunca yalnız olduğu için kendini şerbetli sanan, ama bunda yanıldığını hiçbir şekilde korkmadan ortaya koyan bir filozof gibi son cümleleriyle esas can alıcı tokadı indiriyor kendi eserine;

  “ Gerçi yalnızlığa karşı çok küçük yaştan şerbetli olduğum söylenebilirdi. Şimdi anlıyorum ki yeterince şerbetli değilmişim. Şu anda bütün dileğim bugünün bir an önce bitmesi. Bütün kalabalıklar, konuşmalar… Bir an önce evime dönüp kapıyı arkamdan çekebileyim, kapının ve telefonun zillerini kapatabileyim ve masamın başına geçeyim-masamın, yani TEK ÜLKEMİN!”

   Bir erkeği veya bir kadını bütünleyen, yaşam, direnç, evren kılan şeyin yalnızlığı değil bütünlüğü ortaya çıkartan en güzel eserin birliktelik olduğunu haykırmak isterim.

  Goethe, seksenli yaşlarında bile sevgilisinin elini tutarken yalnız değildi. Son nefesten önce bile “perdeleri açın, biraz daha ışık” derken, yaşam doluydu. Nietzsche, fikir zenginiydi, düşünce taşkınıydı; ama korkunç bir yalnızlık eseriydi.

 Sait Faik, belki de o edebi, o insan yalnızlığını bir parça teselli için seslenmişti;

“ Yazı yazmak için bana çiçek, kuş hürriyeti değil, içimdeki aşkın, deliliğin, oturmaz düşüncenin hürriyeti lazım. Küçücük hürriyet değil, alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti istiyorum.”

 Belki de Çetin Altan, yaşlı bedeninin hafif halini, yalnız olmadığı için, ıskalayan bedenlere kahvesini höpürdete höpürdete seslenmekten edemiyordur kendini; kim bilir…


 Güven Serin  

2 yorum:

  1. Kalabalıklar içinde "yalnız" olmak, o kalabalıklardan çıkıp bir an önce "Tek ülkem" diye adlandırdığı evine gitmeyi özlemek...
    Çeviri zihni yoran bir uğraş. Cümlelerin anlamını yitirmeden sözcüklerle uğraşmak. Parçanın aslına sadık kalmak ama özenle, o ülkeye özgü deyişleri gözardı etmemek.
    Anne babadan kalan sevgi eksikliğini, onca değerli eser büyük ölçüde gidermiştir diye düşünüyorum.
    Ahmet Cemal Bey'i kutluyorum.

    YanıtlaSil

  2. Günaydın Makbule Hanım. Değerli yorumunuz için teşekkür ediyorum.

    YanıtlaSil