Kamera; Güven
Fısıltılar,hissedişlerin en zarif dostlarıdır..
FISILTILAR
Bilinen
alışkanlıklara meydan okumak, alışılmışlığın riskli alanlarına çıkmak; her
babayiğidin seçeceği yol değildir. Diyelim ki seçtiniz; her gün öğlene kadar
uyumak, uyandığınızda bile gözlerinizi yeniliklere açmak yerine, işinize gelene
seçip, işinize gelmeyeni paslanmış alışkanlıklarla suçlayan yaşam tarzınızdan
sıyrılmak istediniz.
Güne erken
başladınız. Gün ise bu değişiminize tazelik sundu; kuş cıvıltıları içinde güzel
bir esinti sundu. Ve o an; fısıltılar başladı kulağınızın beyninize akan
kanalına. Görmediğiniz, dokunmadığınız bedenin fısıltıları; size elinizdeki
yükün ağır olduğunu söylüyor. O an elinizde hiçbir yük yok aslında. Sırtınızda
bile…
Fısıltı, ısrarla
kaldıracı zorladığını, kaldıracın kırılacağını söylüyor. Her aracın, her
insanın taşıyabileceği yükten söz açıyor. Yükü hesaplayan matematiğe, fizik
kanunlarına teşekkür etmenizi, saygı ile önünde eğilmenizi istiyor.
Bu sabah hiçbir
sabah kadar yabancı gelmedi yürüdüğünüz sokaklar, caddeler. Yeniden keşfe
çıkmış, yepyeni bir şehre gelmişiniz gibi. İnsanlar, hayvanlar dünyevi
kavgalardan arınmış, her hareketin ahengi, anlamı ve erdemi varmış gibi;
görmediğiniz canlılara bile gülümseyecek rahatlığa eriştiğinizi
hissediyorsunuz.
Bu hissediş
fısıltının sayesinde oluyor. O yüzden o fısıltıya daha bir kulak veriyorsunuz.
Israrla hatırlatıyor; dünyayı kimse değiştiremez. Tabiatın büyük oyunudur
değişim; seni figüran olarak kullanır. O, her on bin yılda bir zaten büyük
değişimini yapar; büyük uykusuna yatar, büyük kükremeleriyle uyanır; sonra,
büyük yaşamı, aynı koşma, didinme, savaş ve barış sahnelerini sahneler…
Nice söyleme hep
böyle başlarız; “ Ben olsaydım!” Biz olsaydık neler yapardık acaba? Ben
olsaydım derken, kralın tahtına diktiğimiz, o tahta sahip olana kadar
geçireceğimiz değişimi düşünmeyiz bile. Yokluğun erdemini, beklemenin,
üretmenin, çalışmanın erdemini; insan denen canlının ilk önce kendi savaşını
vermesi gerektiğini bir türlü bilemeyiz…
Kendimizi kurtarmış,
tanrının yardımcısı olmuş birisi gibi, durmadan kaldıramayacağımız yüklerin
altına hamleler yaparız. Bir ses; “hadi” dese, bin türlü mazeretlerimiz vardır
da haberimiz yoktur…
O yüzden,
sevdiklerimiz çekilmez olur. Diyaloglarımız argonun bataklığına o kokuşmuş yere
doğru çekilmeye başlar. Kendimizden başka herkesi beğenmez buluruz. Öyle bir
aydınlanmışız ki, yakınımızdaki insan bile fark etmez bizi. Olsun! Fark
etmeyişin bile, cahillik olarak görürüz. Ve hızla değiştirmek isteriz cehaleti,
körlüğü, yabanlığı, kabalığı…
Çocuğumuzu büyütürken
bile ileride bize nasıl bakacağını, bizi nasıl kollayacağını haykırırız. Çok
sevdiğimizin sevgisinin yön değiştirmesini “nankörlük” olarak görür, sürekli
arkamızda bıçak buluruz. Bitmeyen saplamalar, bitmeyen saplantılar…
Bir fısıltı dokunur
kulağınıza; sabahın erken, taze saatlerinde. Her gün geçtiğiniz caddeler
yabancıdır size. Yeni bir yer, yaşamınıza ilave yaşam gibi; son bir kez;
sanatçının irdelemeye çalıştığı film; Sonsuzluk ve Bir Gün gibi, belki bir ömre
bedel, bir küçük yaşam; sizi, anlayışlı olmaya, madalyonu her açıdan; önden,
arkadan, hatta üstten görmeye davet eder;
Kabul ediniz!
Güven Serin
Sağlıklı, mutlu ve bol gülücüklü bir bayram geçirmen dileğiyle iyi bayramlar Güven
YanıtlaSil