Kamera, Güven
"Bu Hölderlin'de bana kesin görünen bir şey var."
der, sezginin döngüsüne tutunmuş kadın.
Bütün canlılar akraban değil midir senin,
Kader kendi elleriyle beslemiyor mu seni?
MOR KARANLIK
Dalga boyu en kısa
olan ara renklerden birisidir mor. Aynı zamanda, lüksün, asaletin, ihtişamın da
temsilcisidir. Açık tonları, rahatlatıcı, hayal gücünü güçlendirici, şevk ve
yoğunlaştırmayı artırdığı biliniyor.
Alman şair
Hölderlin’de yaşamının yarısını mor karanlığın içindeki sessizlikte
geçirmiştir. Titiz, güçlü ve otoriter bir annenin desteği, genç yaşta babasını
kaybetmiş olmanın hüznü, yaşam içindeki belli kalıplara, unvanlara inanmayıp,
esas olan ilahi gücün temsilcisi olduğuna inanan bir insanın kendi içindeki
evreni açığa çıkarış yolculuğu…
İnsanın insana ve
doğaya olan aşkı, öğretiler ile kavuşunca tam manasıyla insan duygularını
şekillendiren esrik rüzgâr da ortaya çıkar. Bazen büyük bir uğultuyla, bazen,
nesneleri sarsan gücüyle ve bazen dinginliğe açılan kapılarıyla…
Bütün canlılar akraban değil midir senin,
Kader kendi eliyle beslemiyor mu seni?
Öyleyse dolaş dur savunmasızca
Hayatın içinde ve hiçbir şeyden korkma!
Olan her şey, kutlu olsun sana.
Alman şair Hölderlin
de öyle yaptı. Kaderin ellerine bıraktı kendini. Bazen tutkuyu, bazen hüznü,
bazen hırçınlığı, krizleri tetikleyen ilahi besinleri reddetmeden dolaştı
durdu. Ta ki, mor karanlığın sessizliğine gömülene kadar;
Çok az yaşadım. Ama nefesi
Soğudu bile akşamın. Ve sessiz gölgeler gibi
Buradayım işte ve çoktan şarkısız,
Uyukluyor göğsümde, ürperen kalbim.
Stefan Zweig bir
Kızılderili şarkısındaki gibi büyük çağlayandan aşağı, büyük yarığa düşmeden
önce gece şarkıları söyleyen şairin yaşadığı, mor karanlığı aralar ve
melankolinin içinde dolaşan şairi dinler;
“ Kanatları kırılmıştır ve o, sadece uçarken, sadece şiirsel
heyecanda gerçek anlamda yaşayan o, artık dengesini bulamamaktadır. Şimdi
artık, ‘varlığının sadece dış yüzeyiyle uğraşmayıp’ tersine, ‘bütün ruhunu,
ister aşk olsun, ister iş olsun, yıkıcı gerçekliğin dışında tutmanın’ bedelini
ödemek zorundadır.
Sadece Bettina,
Beethoven ve Goethe’de olduğu gibi bir dehanın varlığını havadaki kokusundan
anlayan kadın ve Sinclair. O efsanevi harika dost, bu neredeyse hayvansı
körelmişlikte bir tanrının, ‘ilahi köleliğe satılmış’ olanın varlığını fark
ederler.
‘ Bu Hölderlin’de bana kesin görünen bir şey var.’ Diye
yazar o harika sezgili kadın.
Ve orada, aklın
düştüğü kaosun tam ortasında, zihninin en derin çatlağında birden kor gibi
parlayarak karşısına çıkıverir o Yunan sırrı. Vergilius’un Dante’yi alıp
götürdüğü gibi, ilahi konuşmanın son sarhoşluğundan dökülen kelimelerin bu
büyük tutkununa da yolu gösteren Pindaros olur.
Gözleri kamaşmış olan Hölderlin mitos
tarafından etrafı karartılmış halde, açılan büyük yarığın içinde bir lal taşı
gibi duran o Helenizm’i görür, ondan önce hiç kimsenin sezmediği ve ancak bir
başka şeytani bilge Nietzche’yi de derinliklerine çeken Helenizm’i.
Ama Hölderlin’in
sarhoşluğu saftır ve bu yüzden de onun gidişi batış değildir, tersine
sonsuzluğa kahramancı bir akıştır. Hölderlin’in dili ritmin, zihni büyük bir
vizyonun içinde erir gider;
Çözülerek kendi
özündeki en ilksel elemende dönüşür. Onun batışı müziktir, dağılışı şarkıdır;
Faust’taki şiir sembolü Euphorion gibi, Alman ve Yunan zihninin bu ortak trajik
evladı gibi, onun da varlığının yalnızca yıkılabilir olan, bedensel olan kısmı
düşer yok oluşun karanlığına. Ama ruhu gümüş bir halde göğe yükselir ve
yıldızlara çıkar.”
Mor karanlık, ışığı,
renkleri ve sesleri insan zekâsı ve duygularıyla irdeleyenler in kurtarıcısıdır;
ebedi bir şiirin, dinmeyen ve hiç bitmeyecek döngünün muhteşem var oluş
patlamaları gibi, kendi büyük sessizliğine çeker sizi; bütün yaşam tozları ağır
ağır çöker gezegenin üstüne; denenmiş ve denenmemiş bütün dizeler, büyük bir kaşifin
keşfiyle yeniden çıkar yeryüzüne…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder