Sayfalar

6 Şubat 2014 Perşembe

YARBAY ALİ TATAR


Kamera; Güven   Ayasofya

Büyük eserler büyük emeklerle,düşüncelere ortaya
çıkarlar;onları yok etmek de büyük emek ister;
bütün çabalarınıza rağmen zorlanırsınız,saygı duyarak
başınızı eğersiniz.

YARBAY ALİ TATAR

  Yarbay Ali Tatar kimdir? Niçin ismi geçince yüreğimizde sular birden fırtınaya ve büyük sessizliğe dönüşüyor? Yarbay Ali Tatar 42 yaşında bir askerdi! Bir annesi, ablası, ağabeyi ve bir ailesi vardı; birçok insanın olduğu gibi…

 Ali Tatar mesleğini seven, mesleğinin yüceliğine inanmış bir subaydı. İnsan onurunun paha biçilmez olduğunu ise ona yapılan haksızlıklar karşılığında, onuruyla, mesleğiyle oynanıp ikinciye tutuklanmak istediğinde tek kurşunla cevap verdi; intihar etti. Biliyordu yapılan ve yapılacak bu haksızlıklar çok insanın canını yakacaktı. Bu can yakmaya, büyük insanlığın ve köhne hukukun dikkatini çekmek için; bir şey feda edilmeliydi. O şey de, Yarbay Ali Tatarın canı oldu. Birçoğumuz eline toplu iğne batsa, ne kadar can yakıcı der…

En son TÜBİTAK bilirkişisinin raporunda Balyoz, Poyrazköy, Ergenekon, gibi davalara dayanak olan 5 No’lu art diske daha sonra yüklemeler yapıldığı belgelendi. Hiçbir yolsuzluk, hilebazlık, entrika, lanetli uygulamalar sonsuza kadar sürmez. Sürmez ama oldukça büyük çentikler açarak canları acıtır; destanlaşan hüzünler bırakır geriye…

  Yarbay Ali Tatar’ın ailesi ile röportaj yapılıyor. Ağabeyi, ablası ve eşiyle konuşuyor muhabir. Yüzlerine bakınca, yüzlerinden dışa yansıyan ses, hüzün ve asalet karşısında boğulmamak elde değil; bende öyle yaptım; dışa taşan göz ıslaklığını içe akıtmaya çalıştım.

 Bir aile ki, ne hilebazların çığlığı, yalanı, ne o büyük korkakların paniği var üzerlerinde. Yapılan büyük haksızlığı büyük bir vatanperverlik, ülke hukukuna inanmışlığın yitirmişliğin çaresiz asaletiyle karşılıyorlardı. Sırasıyla ablası, ağabeyi ve eşi konuşuyor. Yanlarında duran kara-kuru yaşlı bir kadın. Zannedersiniz ki ölmüş, bitmiş ve çökmüş… Bende öyle zannettim; Ali Tatar’ın biçare annesidir dedim. Öyleymiş de. Mikrofon ona verilince; o kuru-kara ve biçare görünen kadın; bütün tazeliklere, coşkulara, makyajlara, soylu görünen soysuzlara bedel bir onurla, ses tonuna binen acıların ahengi ile bir ananın en güzel seslenişini yaptı;

 Ali, dedi; Ali, nerelere gittin? İçinde kabaran büyük gelgitler büyük bir tevekkülle susturulmuş, yüce ve ilahi adaletin evrensel dengesine güvenmiş acılı ve asil bir kadın karşısında nutkum tutuldu. Bir anaydı işte; yüreği, insanlık, sevgi, şefkat ile dolu bir ana…

 Mustafa Kemal’in anası da acılar içinde yoğrulan analardan birisi. Binlerce anadan, dimdik duran, kavuşma ile ayrılığın büyük özlemi içinde yandığı halde, üşüyen analardan…

 Mustafa Kemal’i tutuklandıklarında Zübeyde Hanım onu görmek için Taşkışla’ya varmış. Nöbetçiye soruyor;

-         Evladım Mustafam burada mı?
Ses yok.
    Evladım, sana soruyorum; biricik oğlumu tutuklamışlar, görmek istiyorum.
    Vardır bir suçu! Hem görüşemezsin. Kafamı kızdırma seni de tutuklarım…
    Kusuruma bakma oğlum! .. Benim aklım ermez, ben anneyim, oğlumla görüşmek istiyorum.
Süngülü yumuşar:
-         Onları Yıldız’a yolladılar.

 Zübeyde Hanım bu kez Yıldız’a koşar, yetkiliyi bulur; adamın kaşı çatık, niyeti bozuk;
-         Ha! … Sen onun annesi misin? Oğlunu dün ben sorguya çektim.
-         Peki, nerede görmek istiyorum…
-         Göremezsin.
-         Neden?
-         Bu sabah götürdüler onları…
-         Nereye?
-         Boşuna arama!
-         Ben anayım, oğlum o benim…
-         Oğlunun suçu çok büyük…
-         Mustafa suç işlemez…
-         Çek arabanı…
-         SENDEN BÜYÜK ALLAH VAR.

  Yarbay Ali Tatar’ın kara gözlü anası, oğlunu görmek istese hangi kapıya gidecek acaba? Hangi adalet kapısının adalet dağıtan yüzlerine soracak;

Ben oğlumu görmeye geldim, ben anayım oğlum, dese, bu gaflet, dalalet içine düşmüş caniler nasıl bir cevap verecek, ben bunu merak ediyorum…

  Güven Serin 


 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder