Kamera; Güven Tekirdağ
Ilgın Ağaçları;şehirlerin ehlileşmemiş güzel şeyleri;
bu çocukları her görüşümde,çocukluğum ve Meriç nehri gelir
aklıma; kumlar,ılgınlar ve nehir;alabildiğince doğal...
Kamera; Güven Tekirdağ
Kavak ağacı bir kışı daha bahara adamışlığın sessiz
bekleyişi içinde. Beyaz yelkenliler ise rüzgara
hükmetmenin soylu düşleriyle güç denemesi içindeler.
TEKİRDAĞ ILGIN AĞAÇLARIYLA DAHA GÜZEL
Tekirdağ şehri
coğrafi açıdan kendi muhteşemliği içinde; dağları, denizi, ovalarıyla kendine
has bir şehirdir. Kent yolcuğunda, kendi aristokratlarının unutkanlığı ve
umarsızlığını yaşasa da, hâlâ ölmemişliğin direnişi içinde deniziyle, yosun
kokularıyla, Ganoslardan yayılan baharatlarıyla, bizleri bağrına basmaya devam
ediyor.
Bu şehri sevdikçe,
burada kök saldıkça içim daha da acıyor; bu kadar ihmalkârlık, bu kadar
çarpıklık niye diye! Beton ormanına dönmüş mahalleler, 30-40 yıl önce şehirli
olacaksınız diye aldatılmış çiftçilerimizin hazin ve sessiz yaşayışı hiç
kimsenin umurunda bile değil.
Kordon boyu birçok
insanın, canlının; köpeğin, martının, karganın, kedinin ve çiçeğin, ağacın
yaşadığı, nefes alıp adaları, değişim geçiren denizi seyrettiği-seyrettiğimiz
yer…
Bazen düşünüyorum, bu
şehrin denizi, kordon boyu ve Ganos Dağları olmasaydı, burada kök salar mıydım
diye! Sanmıyorum… Ve bu kök salmışlığın güzel hatırına geldiğim günden bu yana;
30 yıllık yürüyüşüm, deniz ile sessiz dostluğum devam ediyor. Bu dostluğuma en
büyük tanıklığı da limanın hemen bitimindeki kavak ağacı ile Rokoczi Müzesinin
tam karşısına kalan ılgın ağaçları yapıyor.
Kordon boyu
yürüyüşüme her çıkışımda ılgın ağaçlarının ufak tefek gövdelerini, kışın
yokluğun içinde incecik kalmış gri, sarı dallarını görmemezlikten gelemiyorum.
Ilgın ağaçları denize ve bu şehre oldukça yakışıyor. Bu küçük, bu varken,
görünmez sanılan ağaçlar özgürlüğü, vahşi hayatı, natürelliği de anlatıyor aynı
zamanda…
Yeni bir günün
yürüyüşü içinde, yine kordon boyundayım. Işık, bulutların arasından sarhoş bir
canlı gibi süzülüyor denize doğru. Işık, var oluşun gerçek gösterisini, deniz
ile buluşmuşluğun yansımalarını saçarken, beyaz yelkenleriyle, yelken kulüp üyeleri
sporcuları da günlük çalışmalarını yapıyorlar.
Işık, denize ne kadar
çok uyum sağlamışsa, beyaz yelkenleriyle küçük tekneler de o kadar uyum içinde;
zarif kuğular gibi süzülüyorlardı; ılgın ağaçlarının uyku keyiflerinde. Ve ben,
yine şehrimin kordon boyunda yol alıyor, yol alan her yazar-çizerin bir konu,
bir yazı düşüncesi içinde olduğu gibi, kendi çalışmamı; milyarlık hücrelerim ve
şehrimin bana düşen enerjisiyle içsel defterimi karalıyordum.
Sol tarafımdaki
denizin ışıkla yaptığı pırıltılı çalışma; pırıltıların içindeki yelkenliler,
sağ tarafımdaki dost kadar yakın hissettiğim ılgın ağaçları ve başımı yukarıya,
şehrime kaldırdığımda ihanetin büyük gösterisini yapan büyük beton yığınları…
Ne hazin bir tören… Bu şehri sevmiş, bu şehrin toprağı, suyu, havasıyla büyümüş
insanların gafleti daha da içimi derin çizgiler ile hırpalıyor.
Gördüğüm en güzel
manzara; Rakoczi Müzesi ile şimdiki Kütüphanenin ahşap kaplamalı binası; geriye
kalanlar, mimariden, mühendislikten anlamayanları bile çileden çıkartacak kadar
BERBAT…
Hızla ilerliyorum,
ışığın gün içinde ilerleyişi gibi; Şaraphane Fabrikası karşısında, anason
kokularını eskisi gibi duymadığımın incinmesiyle şarap, rakı ve bağcılık
kültürüne büyük katkı yapmış bu yerin hangi ticari oyunlara kurban edildiği ve
edileceği fikrine bir çocuk ürkekliğinde dokundum. Ve ilerledim, solumda kalan
eski cezaevi binasının metruk haline bakarak. Bu binanın bu şehrin kültürüne
bir müze, bir park olarak dönebileceği, dönmesi gerektiği düşüncelerini yeşerterek!
Bir kadın, genç
kızıyla yanımdan geçtiler. Kadın sesleniyordu genç güzel kızına;
“ Biraz içinde kalsın fikirlerin; biriksinler!”
Fikirsizliğin,
şamatanın, bilgisizliğin içinde yüzerken, fikirden şikâyet eden kadının derdi
başka olmalıydı; ama yılgınlığını fikre karşı, düşüncenin olur olmaz yerde
fışkırmasına karşı değildi belki ama alışıldık seslenişi yapıyordu ; “ Bırak,
fikirlerin içinde kalsın” diyordu, tam da fikir üretecek, düşünecek,
şüphelenecek, sorgulayacak yaşta olan kızına.
Çehov’un genç bir yazara gönderdiği mektubunda
söz ettiği bir fikir geliyor aklıma;
“ Yaz, yazacak bir şeyin yoksa olmadığını yaz!”
Yazmak böyle bir
şeydir işte; içeride bir kıpırtı hissedersiniz her an; Sait Faik gibi yanımda
taşıdığım kâğıt ve kalemim, sıkça not almamı gerektirir; en güzel hatırlama
alınan küçük, kısa notlar ile yazı yaşamıma katkı sağlıyor…
HUZUR bu demekki çok dinginlik veren bir fotoğraf..çevremizdeki güzellikleri gören ve bizlere de gösterenlere selam olsun...
YanıtlaSil
YanıtlaSilMerhaba Bilge; teşekkür ederim;elbette selam olsun...