Sayfalar

10 Ekim 2013 Perşembe

GÜNEYE YOLCULUK


Kamera; Güven Kaleiçi Antalya

Yine ve yeniden kayboldum sokaklarında;adres,sorduğum her kişi,
bir başka yere yönlendirdi beni. Döndüm durdum taşın
ahşabın,çiçeğin birbirine sarıldığı dinginliğin baharla
bir olduğu diyarda.


Kamera; Güven Kaleiçi Antalya


Kamera; Güven Kaleiçi Antalya

Bayılmak mı, yoksa ayılmak mı denir buna;
bilemedim...


Kamera; Güven  Kaleiçi Antalya

Buranın vazgeçilmezi Yaseminler; o baştan çıkartıcı şeyler;
gece çökünce mimarinin,mekanların, ruhların üzerine;
onlar salını veriyor tüm cesaretleriyle.


Kamera; Güven   Antalya
Göçleri sevdim ben; baharda yapılan, insanın insanı,
canlının canlıyı kaybedip bulduğu zamanlar.


Kamera, Güven   Antalya


Perge  Antalya

Muhteşem... Bir de fark edilip bir an önce tümüyle insanlığa
sunulsa...


Kamera; Güven   Perge Antalya


Kamera, Güven Antalya

Hem asiler, hem yabanlar, hem doğa aşığı bunlar...


Akdeniz-Antalya

Gök kubbe altında insana armağan edilen bir cennete
gelmişliğin,seçilmişliğin, biraz olsun fark etmişliğin 
selamıyla...



GÜNEYE YOLCULUK

  İlkbaharda Afrika’dan göç eden kuşlar sonbaharda tekrar göç törenleriyle geldikleri yerlere döndüler. Sırasıyla; Leylekler, Kırlangıçlar, Pelikanlar, Sığırcıklar ve diğerleri… Yaşam ile ölümün arasındaki ince çizginin, büyük hatırına, yüz binlerce yıldan bu yana tekrarlanan uçuşların, yürüyüşlerin hikâyeleri gizlidir göçlerde.

 Kendi ruhumda da, ruhumun bedenime yaptığı tesirde de göçün ve döngünün izlerini görüyorum. Her yolculuk, koşulsuzluğun, merakın ve öğretilerin büyüsü ile kendi çağırısını yapar bana.

  Antalya yolculuğum da bu çağrıların yüksek seslerine inanmışlıkla başladı. Aynı anda dört mevsimin yaşandığı ülkemiz, onlarca uygarlığın izleriyle, onlardan geriye kalan muhteşem nesnelerle, dağlarında, vadilerinde, tepelerinde, ormanlarında yeşerttiği renklerle, bin bir çeşit baharatlarıyla bekler bizi.

 Güneye yaptığım yolculuğun koşulsuzluğu, doğallığın, insan eliyle oluşmuş mimarinin birleştiriciliğiyle başladı. Kokuların iç içe karıştığı; yasemin ve hanımeli çiçeklerinin kekik ile çam kokularının tek vücut olduğu yerlerde dolandım.

 Kaleiçi, her zaman kaybolmaktan büyük keyif aldığım, taşın bitmeyen senfonisini söylemeye devam ediyor. Taşların, düzenin ve ahengin Antalya ve ülke turizmine hizmet ettiği yerlere bir kez daha gitmenin, o tanıdık yerlere “merhaba” demenin büyük heyecanını yaşadım.

 Akdeniz, yine o bildik renkleriyle; mavi ve yeşil ile selamlıyor insanı. Kavuşuyor bedenin yavrusuyla kavuşan ananın bedeni gibi; sarmalıyor sizi; tuzun, yosunun buğulu kokularıyla.

 Kaleiçi’nin taş evlerinin zarif bahçeleri nar ağaçlarıyla, çamlarla süslenmiş. Hanımeller, yaseminlerle gizemden gizeme akıp duruyor. En heyecanlı yaşananlardan birisi de, tabiat aşığı olan Asi Yaban Keçileri gurubuyla yapmış olduğum gezinin doyumsuz tatları oldu.

 Asi Yaban Keçileri topluluğu tabiata gönül vermiş, insan denen canlının huzurunu tabiat ile mayalamış canlılardan oluşuyor. Yürümekten, düşünmekten, konuşmaktan, gülmekten korkmayan insanlarla birlikte yol aldım; patikalardan, yollardan, tepelerden… Onların gözüyle, yaban keçilerinin asi, faydaya, sevgiye yönelmiş bakışlarıyla izledim, kokladım ve dokundum; güneyin güneşiyle kutsanmış her yerine.

  Orhan Beyi, Turhan Beyi, Ali Beyi, Gülsen Hanımı, Asude Hanımı ve sarmasından yediğim, sularından içtiğim, sohbetlerinden faydalandığım güzel insanları,  kros yapan bıyıklı arkadaşı, Bekçi Murtaza disipliniyle araç kullanan şoför Ramazanı; beni içlerine kabul eden Asi Yaban Keçilerini minnet ile selamlamanın coşkusunu yaşadım.

 Güneye yapmış olduğum yolculuk, yaratıcının yaratılmışlığa armağan ettiği en güzel eylem ile hareketin özüyle gerçekleşti. Durağanlığı yıkan, bataklığı kurutan, cehaleti öldüren en güzel şey; öğrenimlerin öğretilerine koşmaktır. Göç, görmenin ve bakmanın, hareket edip ulaşmanın çağrısıyla yapıldığında içinizdeki ölümlü bedenin, ölümsüz aşkı ve o ebedi sevda başlar

 Güneyin güzel şehri Antalya; tarih ve doğanın en bonkör sunumlarıyla insanlığa armağan edilmiş nadide yerlerimizden sadece birisi. Şehir, parkların krallığına dönüşmüş. Ala bildiğince park; çamların, zakkumların, ılgın ağaçlarının, palmiyelerin orman kokularıyla Akdeniz’in hemen kıyısında uzanıyor. Deniz ve denizin bittiği yerdeki kayalar, milyonluk kavuşumlarla adeta rahatlama yataklarına, dinlence kaplıcalarına dönüşmüş.

  Yürüyüş sporuna, bisiklet sürmeye, yüzmeye, kuşa, böceğe sevgiye, sevgiliye kucak açmış bu şehrin bağrına, parklarına, ormanlarına, dağlarına, denizine, tarihine biraz daha yakın olmak, insanlığa biraz daha yakın olmamı sağlarken; İnsanlığın doğal salınışlarını yaşarken, yaşamın doğal ama üzücü ölümlerini duydum. Tuncel Kurtiz ve Turgut Özakman, sonbahar da; bir göç mevsiminde göç etmişler…

  Ne derdi Tuncel Usta;

 “Sömürü, işgal varsa; YA İSTİKLAL, ya ÖLÜM diyen de vardır.”

 Güven Serin

 










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder