Kamera; Güven SU PERİSİ- BERGAMA
İPEK KOZASI ve FETRET DÖNEMİ
Birisi tabiatın
mucizesi, değeri insanın yarattığı büyük kavganın eseri… Fetret, altı yüz yıl
sürecek büyük imparatorluğun sonu olabilecekken belki de güçlenmenin,
yenilenmenin de başlangıcı oluyor. Dağılma sürece, inanılmaz bir yükselişe
geçiyor; 11 yıllık büyük kargaşa ve kavgalardan sonra…
Duraklama, kargaşa,
yanlışa düşme insanın günlük hayatında da sürüp gider. Doğru irdelemeyle, her
kavga, irdeleme en büyük kargaşaların, kayıpların, kırgınlıkların ilacı
gibidir. Yükselişe geçer insan; kaybedişin büyük acısını duyumsayarak…
Çok yakın zaman önce
iki insanın; bir kadın ile erkeğin ayrılığına tanık oldum. Oturduğum yer
Kadıköy, boğaza bakan bir çay bahçesi. Yeşilliğin farklı tonları toprak
kokusuyla döllenirken, boğazın akıntısı, geçen büyük tankerler ve yolcu taşıyan
gururlu vapurlar, martı çığlıklarıyla güne karışıyordu.
Kahvaltımı yeni
bitirmiştim. Boğazı, Marmara ile birleştiği büyük açıklığı ve karşı kıyıları
seyrediyordum. Topkapı, Muhteşem Ayasofya, Sultanahmet Camii, Yeni Camii,
Galata Kulesi ve sağ tarafıma kalan Kız Kulesi; hepsi ayrı mimari ve hikayeler
ile geçmişin bugüne olan köprüsü gibiler.
Yan masama bir kadın
ile erkek geldi. Yüzlerine bakınca, büyük bir kırgınlığın son buluşması
olduğuna kanaat getirdim. Erkek, yer yarılsa yerin yedi katına girecek
durumdaydı. Kadının kahve gözlerindeki öfke, büyük akıl irdelemeleriyle
muhteşem prensiplerin inatçı kararlılığına bürünmüştü.
Erkek kadına
yalvarırcasına ve ben orada yok-muşçasına konuşmaya başladı;
“ Ey sevgili; bir kozaya, ipek kozasına dönüşmeye
başladığımı hissediyorum. Duyduğun halde ses vermiyor, konuştuğun halde
konuşmuyorsun! Hani, dut yiyen o küçük böceklere dönüşmenin telaşı ve sancısı
içindeyim. Böceklerin önüne dut yapraklarını değil, bizim yaşanmışlıklarımızı,
anılarımızı, sevgimizi atıyorum.
Bu kozadan ya küçük
bir kelebek çıkacak, çok kısa bir zamana adanmış, ya da köylü bir genç kızın
ellerinden dökülecek sımsıcak bir suyla haşlanacak ipek… Belki bir tele
dönüşeceğim; ipek teline, bir esere can verecek incecik, yumuşacık dokunanları
mutlu edecek bir şeye…”
Erkek, sesindeki
bitkinliğin son haliyle sesleniyordu kahve gözlü, siyah saçlı kadına. Sevgi
dolu kadın, içindeki büyük sevgisini çok derinlere itmiş; belli… Kırgınlığı,
kızgınlığa dönüşmüş;
“ Beni kırmadan önce
düşünecektin bunları; sonsuz kredin vardı. Ama hepsi bitti; anla artık. Kendine
başka bir yön çiz lütfen! Bu ilişkiden hayır gelmez! Sürekli aklımda senin
söylediğin yalan olacak. Ben varken başkalarıyla buluşmanı içimden
atamayacağım.”
Erkek, Kadının büyük
suskunluğundan sonra gelen cümleler karşısında büyük piramit’in altında
kalmışcasına ezilen ruhuyla birlikte dermansız bedeniyle dik durmaya
çalışıyordu. Kadının ağzından çıkacak bir “af” sözcüğüne muhtaçlık içinde
yalvarıyordu. Bir erkeğin pek görülmeyen yalvarışlarından…
Sevmişlik böyle bir
şey işte… En kalabalık mekanlarda bile etrafı görmezsiniz. En büyük sevdayı
kaybetme zamanı içine düşmüş olduğunuz girdabı anlar çaresizliğin savaşını verirsiniz.
Savaşlarda
kararlılık, kızgınlık önemlidir. Öldürmeye, yok etmeye inanmışsanız ilk vuran
siz olursunuz. Çaresizlik ve kararsızlık, şaşkınlık içindeki rakip, sele
kapılmış hayvan gibi ürker; en dar olan geçidin toprak, kaya parçalarına
tutunmak ister. Akıntının şiddetine içsel bir korku duyarak yalvarır; bağışla
beni, der ölümün ıslaklığını hissederken üzerinde.
Erkek ne söylediyse
kadın o kadar kararlı ve kırgın aynı zamanda kızgın… Solon, çöken ve eriyen
erkeği sevmiş olan kadının kızgınlığı bu sevgiyi perdelemiş belli.
Erkek, Kadıköy
çayhanesinde vapurların hiç durmadan gidip geldiği kıtalar arasında sevdanın
çaresiz ölümünü yaşarken, o büyük olayı FETRET dönemini düşündüm. Osmanlı
İmparatorluğu için belki de yok oluşun eşiğinde tekrar var oluşun; büyük kavga
ve kargaşanın akıl, irade, tecrübe ile yenilip, yenilenmenin o büyük çıkışını
düşünerek; kahve gözlü kadına seslenmek istedim;
Af ola ey kadın;
büyük yenilenmeler, büyük sevdalar aynı zamanda kayıplara, hatalara da
muhtaçtır. Aynı zamanda şiirler, romanlar ve hikâyeler de muhtaçlık içindedir
sevdanın sevgilisine…
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder