Kamera; Güven Ganoslar Kamp Zamanı
Sevdiğim iki insan; iki güzellik; Latife Hanım ve Aziz Bey
FARKLI İNSANLAR
Beş milyar yaşındaki
dünyanın yedi milyar insan topluluğuyla, saatte 110 km hız yapan dünyanın
büyük yolculuğu devam etmekte. Ne büyük, ne muhteşem bir şey, böyle hızlı bir
dünyanın içinde ve sırlarla dolu bir evrende yol almak…
Yolculuğun içinde,
yaşam dolu bu gezegende en önemli canlı insandır. Hiçbir canlı dünyanın
gidişatını, doğal yaşamı böylesine etkilememiş ve etkileme kudretinde değildir.
Kaderin başkaldırıcı-lığını ve büyük zarafetin boyun eğişini, büyük insani
hareketleri ve muhteşem katliamları, hepsini insanın yüksek bünyesinde
görüyoruz.
Şüphesiz tarihimiz
sayılamayacak kadar güzel ruhlu, yüksek karakterli insanlarla dolu; çünkü
tarihin içinde tarihler yazmış, tarihlere konu olmuş milletin evlatlarıyız biz.
Bu, biz-dir işte bizi şımartan, pişkin ve suskun yapan; büyük beklentilerin küçük
mesafeli, şahsi çıkarlı yaşam çalkantıları içinde büyük güzelliği her zamanki
gibi şaşırıyoruz.
Yakın tarihimizin,
tanıklık ettiği, bizden öte diğer ülkelerin tarihlerine geçtiği yüksek
karakterli insanlar geldi geçti bu ülkeden. Biz anmasak da, hatırlamasak da,
üzerinde fazla kafa yormasak ta, onlar bu ülkenin, bugünkü yaşam hakkımızın en
önemli insanlık kültürleridir. Bir oyunsa bu dünya yaşamı, onlar oyuncu ve yönetmendir…
Hazır farktan söz
etmişken şehrimizden çok öte tüm ülkenin kalbine, özgürlük ve hürriyet
sevdasına isim olmuş Namık Kemal’i anmamak olmaz. Yüksek karakterinde topladığı
bilgilerini, davranışlarını, düşüncelerini zamanından öte zamanlara hediye
etmiş farklılığın insanıdır. Tevfik Fikret, batılı, felsefi düşüncenin
Aşiyanında yüksek adaleti, büyük dengeyi düşünerek yaşadı ve öldü. Mehmet Akif
Ersoy, vatan sevgisini, inancını yüreğinin her hücresinde hissede hissede
yaşadı. Kazım Karabekirler, Hasan Ali Yüceller, Nazımlar, Sait Faikler, Abidin
Dinolar, Cemal Süreyyalar, Orhan Kemaller hepsi farklı insanlardı; kimi
dizelerinde, kimiyse hikâyelerinde farklı seslendi ve farklı anıldı, benzer,
ezber sıkışmışlığın ülke gezegeninde.
Sabahattin Ali de,
İsmet İnönü de, Yaşar Kemal de, Barış Manço da, Cem Karaca da, Azra Erat da
farklılığın renkli, bilgili ve büyük insan karakterini yeşerten insanlardı;
kimi müziğiyle, kimi felsefesiyle…
Bir farklı insan
daha var ki, bu farkın farklılığın insanı olmak, dünyevi asaletin en büyüğüne
sahip olmak demektir; kendinden öte, sevdiklerine, vatanına, milletine adanmak;
insanoğlunun zayıf karakteri, büyük yanılgıları içinde tam ve ödünsüz bir düşüncenin
içinde olup insanlığın kaderine etki edecek bir ulusu yoktan var etme sanatı
gösteren Mustafa Kemaldir…
Otuz üç yaşında
Bulgaristan Sofya’ya Askeri Ateşe olarak atanır. 15 aylık zamanın hikayeleri
oldukça büyüktür. Evet, o da bizim gibi insandır ama bizim gibi, yaşamın hem
içinde, hem de dışında kalmaz; yaşamın tatlarını, öğretilerini, inceliklerini
bir sanat kabul eden sanatçı titizliğinde otuz üç yaşında yarbay rütbesinde hiç
boş durmaz. Her gün sekiz saat işinin başında hiç durmadan çalışır. İnsanın
yüksek karakterinde yer alması gereken güzele hep ilgi duyar. Dünyevi
güzelliklerin en hiç açıcılarından biriside kadınlardır; akıllı, görgülü,
sanatsal birikimi olan güzel sesli kadınlar. Mustafa Kemal de ilericiliğe,
yüksek erdeme ve büyük görgülere kadınlara yakın olmasının da büyük etkisiyle
kavuşmuştur.
Sofya’da Askeri
Ateşe görevinde 17 yaşında bulunan Nazmiye Hanımı beğendi. Bir çay ve bir
sohbet sonrası evlilik teklifi yaptı. Nazmiye, taze yüreğiyle, heyecan içinde
bu durumu anneannesiyle görüştü; cevap olumsuzdu. Çünkü Mustafa Kemal bir
askerdi ve nereye gideceği belli değildi; ülke her yanıyla savaş tütüyordu.
Mustafa Kemal iyi
bildiği Fransızca dilini büyük saygı duyduğu Corinne hanımdan öğrendi. Bir
sohbette bu güzel hanımdan şöyle söz eder;
“ Arkadaşlar bu hanım
Corinne, memleketin en zeki kadınlarından biridir. Kendisinden ve ailesinden
birçok konuda esinlendim. Batılı yaşam tarzını, Fransızcayı, batı müziği
zevkini bu aileden öğrendim.”
Bu farklı insan
Mustafa Kemal Sofya’da da boş durmaz Almanca öğrenir. Frau Hilda’dan Almanca
öğrendiği gibi, yüksek zekâlı, bilgi ve görgülü insanlara derin saygıyı da
büyük dostluğa çevirmişti. Onlar, Frau Hilda ve ailesi Sofya’dan ayrılırken
onlara bir Türk halısı hediye etti. Dostlarına veda olarak yeni öğrendiği
Almanca diliyle seslendi;
“VON HERZ ZU HERZE İN WEG” Yani şu demekti; KALPTEN KALBE
GİDEN BİR YOL VARDIR…
İster bu ülkede,
ister başka ülkede, iyinin, güzelliğin, sanatın farklılığına adanmış insanlar
arasında Mustafa Kemal’in söylediği veda sözcüğünde olduğu gibi, kalpten kalbe
giden bir yol vardır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder