Marifetlidir eller. Yakalamak isterler
evrenin en uzak köşesini. Dokunmak iç
titreyerek, baş dönerek, sımsıkı sarılarak;
dokunmak ister ellerin büyük kolları.
Büyük ve sonsuz evren anlaşılsaydı,
dokunuşların da sonsuzluğu bilinir, kısır
kavgaların tutsağı olunmazdı.
KORKU
Hasan Efendi
Caddesinden sola döndüm. Hasan Bey Sokak yokuş olmasına rağmen yılların
alışkanlığı ve yürüme kültürüne duyduğum saygı nedeniyle zorlanmadan bir
solukta çıktığım yerlerden birisidir. Bazen kendi kendime bende bir keçi ruhu
var mı diye düşünmeden edemiyorum. Yüksekliklere, vadilere, yokuşlara olan
düşkünlüğüm tartışılmaz. Hasan Bey Sokağında ilerleyen bir başka insan daha
vardı. Bir kadın, benim gibi yükünü almış ama benim gibi hızlı değil neredeyse
yere çökecek vaziyetteydi.
Hızlı yürümenin
telaşı yüzünden birçok arkadaşıma selam vermeden geçtiğim doğru da olsa bu
alışkanlıktan vazgeçemediğim de bilinir. Aynı telaş içinde Hasan Bey Sokağında
yükünü almış kadına yaklaşan ayak seslerimi duyan kadın, irkilme ile duraksayıp
yana çekildi. Halbuki onla aramda ki mesafe en az iki metre ve onun epey
açığından geçsem bile ayak sesleri aydınlık bir günde bile kadını korkutmuştu.
Korkudan irkilen
kadının duymayacağı fısıltıyla seslendim ona;
“Korkma, bende senin gibi evine giden bir insanım. Bak benim
de poşetler-im senin gibi evine götürdüğün yiyeceklerle dolu. Onda da ekmek
vardı, bende de. Benim diğer poşetim de kış hazırlığı yüzünden ağzına kadar dolu
yeşil fasulye vardı. Kadının diğer poşetinde ise ağzına kadar dolu kırmızıbiber
vardı. Belli ki o da kış hazırlığına başlamıştı. Turşular, pekmezler,
konserveler, salçalar bu milleti açlıktan koruyan, muhtaçlığını azaltan önemli
besinlerdir. Bu milletin yarısı açlıktan ölmüyorsa, açlık sınırında bir
kazançla yaşıyorsa işte bu kadın gibi kışlığını önceden hazırlayanlar
sayesindedir.
Kadın benim
güvenilir olduğumu anlayınca rahatladı. Sanırım derin bir nefes aldı. Onu üzen
ayak seslerini onu bu korku paranoyasına kaptıran nedenlerin fazlalığını
düşününce bende korktum. Korkular bizi tedbir almaya iter. İter ama çoğaldıkça,
sağlı sollu geldikçe bizi koruyan kalkanlarımızı “eğitim, sanat, felsefe,
adalet, şefkat, spor” azaldıkça, korkuların pençesine; kanlı pençesine düşeriz.
Bize bakanlar bizim çığlıklarımızı duyup kurtarmak yerine kendi korkusu
yüzünden donuk yüzlerle seyirci kalır; sıra ona gelene dek…
Bir ayak sesinden
bile güpegündüz korkan kadının korkusu düşünce ırmağının içene dalmama neden
oldu. Su soğuktu ama acımasız değildi. Beni kendime getirip korkularla
yüzleşmeye, korkular adına yazmaya ve onları anlamaya davet etti.
Düşünce ırmağının
soğuk suyunda yüzerken bir başka kadının korku yüzünden nasıl bir hayat içinde
cebelleştiğini hatırladım. Yıllar önce çantasını almak isteyen insan kılığında
bir canavar yüzünden önce titremeye sonra da kendini kaybetmeye başladı.
Çalışan esnaflık yapan kadın, ailesinin başına büyük bir dert haline geldi. Bu
ülke cennetinde cehennem kuyusuna düşen şanssızlardan, belli ki de korkusunu
besledi. Onu yok etmek için koruyucu kalkanları yetmedi. Kadın eş yönünden
şanslıydı. Eşi Ahmet Bey, ibretlik bir vefa örneği gösterdi. Dünya ülkeleri
içinde vefa üzerine yarışma düzenlense Ahmet Bey derece alır. Kendini beğenmiş,
estetik hastası nice soylu güzelin yanında onur abidesi gibi duruyor. Eşi kötürüm
olduğu halde şimdi onu tekerlekli sandalyede gezdiriyor, bir çocuk gibi
bakıyor.
Korkular böyledir;
insan ruhunu, insan üretkenliğini değişikliğe iter. Sanat yönü, akademik yönü
derin olan insanlar her türlü korku ile baş ötmenin formülünü bir ömür ararlar.
Ama sıradan insanlar kapılarını sağlamlaştırmaktan, korkularını beslemek ve
efsaneleştirmekten başka hiçbir şey yapmazlar. Çünkü bu onların vazifesi
değildir.
Şehirleri şehir
yapan; korkuları temizleyen, korkuları azaltan yöneticilerin çok yönlülüğüdür.
Bir şehrin gece hayatı yoksa bir şehrin bazı sokaklarına gündüz bile girilmesi
insanı korkutuyorsa o şehrin büyük yöneticileri çok iyi anlaşılmalı.
Korku dedim da bir
başka korku önleminin neredeyse büyük gösteriye dönüşen görüntüsü geldi aklıma.
Başbakanımız neredeyse bir koruma ordusu ile geziyor. Neden? Sanırım
öldürülmekten korkuyor. Peki, biz bu yola beyaz gömleğimizi giyip de çıktık
diyen, bu nurlu insan neden korkuyor? Halkından; halkının yarısının aç, sefil
ve üzüntü içinde olduğundan korkuyor.
Korkularınızı
beslemek yerine onlarla yüzleşin. Yüzleşmeye gitmeden önce alabileceğiniz her
türlü desteği alın. Ama ilk önce kendi vicdanınızın masumiyetini sorgulayın!
Siz korkunuzu yok etmek için korkuttuğunuz insanları korkularından arındırmayı biliyor musunuz, diye düşünün.
Güven Serin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder