Sayfalar

10 Eylül 2012 Pazartesi

SOLUK YÜZLÜ ŞÖVALYE


Kamera; Güven  Pera Müzesi-Alekbey Savrasoya

Bozkırda Sabah

Gün ışımaya başlayınca telaşı da başlar. Bu telaştır
bizi oyalayan, oyaladıkça seçenekleri önümüze
koyan.


SOLUK YÜZLÜ ŞÖVALYE

  İnsanın insanlık yolculuğundaki arayışları hiç bitmez. İnsanlık yara aldıkça, kan kaybettikçe kendi kurtarıcılarını da çıkarır ortaya. Bir zamanların Avrupa’sında da şövalyeler vardı. Atlı savaşçılar denirdi onlara.

  Ülkemin insanı da kendi yolculuğunda yaşadığı büyük zorlukları aşmak, aşamadıklarını kendi içinden çıkardığı kahramanlarla teselli etme yaradılışına tanıklık etmiştir. Dede Korkutlar, Karacaoğlanlar, Köroğlular insanlarının büyük yangınlarında ortaya çıkmışlardır.

  Halkların en büyük kurtarıcısı kendileridir ama bu bilinen gerçek inanılmaz bir dağınıklığın büyülü sebebinden dolayı bir türlü gerçekleşmez. Daima uyanıklar-kurnazlar topluluğu halkın kurtarıcısı kılığına girip, halkı kurtara kurtara kurtarılmaya muhtaç ederler. Öteden beri bilinen soylu bir gerçektir bu kurtarıcıların hikâyesi!

  Soluk Yüzlü Şövalye, yani Don Kişot günümüzden dört yüz yıl önce var olmuş bir halk kahramanıdır. Muhteşem bir eserin insanlığa armağanıdır. Ölümlü insanın ölümsüz tarafıdır Don Kişot. Soluk Yüzlü Şövalye daha sonra Aslan Yüzlü Şövalye lakabını alsa da kendi içindeki devrim niteliği taşıyan özellikleriyle, taklit edilemez karakteriyle nesilden nesle aktarılacaktır.

 Don Kişotu otuz yıl önce okumuştum. Aklımda kalan zırhlı bir deli şövalye ile seyisi Sancho Panzo ve Yel Değirmenleridir. Bu kitaba otuz yıl sonra niye döndüm? İçimdeki sesin çağrısı yüzünden! O güzel eserin içindeki saf kalpli, zaman zaman bilge kişiliğe bürünen, ama insan samimiyetini unutmayan ölümsüz kahramanların seslenişi yüzünden.

  Seslenişte kimler yoktu ki; Soluk Yüzlü Şövalye, seyisi Sancho Panzo ve boz eşeği. Soluk Yüzlü Şövalyenin tıpkı sahibi gibi olan zayıf atı; anılarımın bu güne taşınmasını, bugün ile sarmaş dolaş haline gelmesine sebep oldu.

 Cevantes’in yazdığı Don Kişot romanı dünya klasiklerindendir. Bunu hak etmiş, bu hakkın hakkını verip yüzyıllar ötesinden hiçbir toza-dumana ve kirliliğe bulaşmadan bugünü ulaşmış bir eserdir. Anlaşılan o ki, güzel eserler zaman zaman bugüne davet edilmeli. Çünkü onlar zamansızlığın içinde hep taze, hep duygulu, hep iyiliğin varlığı adına bizim onlara gelmemizi bekliyorlar.

Şimdi bu zamanda ortaya Don Kişot benzeri şövalyeler çıksa kimse kurtarıcı diye ciddiye bile almaz. Hatta Dede Korkutlar, Karacaoğlanlar, Köroğlular dağlardan bizlere seslense; “ ey soylu halkım, korkmayın! Başınızı dik tutun; insan olmak bunu gerektirir!” dese, kimse bu sesi duymaz bile.
Neden diyecek olursanız; çıkardığımız gürültüler, adına şehir dediğimiz keşmekeş yerleşim yerleri o kadar büyük gürültü ve kirlilik üretiyor ki, insan kendi duyarlılığını geçici olarak da olsa kaybetti.

  Nasıl oluyor da yarı deli bir şövalye ve ona inanan saf bir seyis yüzyıllardır aynı coşku, aynı sevgi içinde yaşayıp bugüne ulaştı? Soluk yüzlü şövalye bazen öyle büyük hayal dünyasına giriyor ki yel değirmenlerini devlere, koyun sürülerini düşman ordusuna benzetiyor. Ve savaşıyor onlarla. Her seferinde de oldukça iyi bir dayak yiyor, hırpalanıyor. Ama bıkmıyor, ne iyiliği düşünmeden, ne savaşmaktan ne de görmeden, bilmeden sevdiği büyük aşk ile kendisini adadığı sevgilisi Toboso’lu Dulcinea. Dülcinea Don Kişot’un bircik aşkıdır. Bütün kahramanlıkları ona adanmıştır.

  Soluk yüzlü şövalye her ne kadar hayal dünyasında yaşasa da zaman zaman bilge konuşmalarıyla, davranışıyla herkesi şaşırtır. Bir tarafı bilgi bir insanken, bir tarafı hayal dünyasında, okuduğu şövalye romanlarının etkisi altında kalan kahraman bir şövalye karakteriyle çıkıyor karşımıza. Değişmeyen tek tarafı; hiçbir işini hilebazlıkla, diğer insanları mağdur etme sanatlarıyla yapmamasıdır.

  Şimdi, bu zamandaki kurtarıcıları; özelikle akıllı, iyi eğitim görmüş, birkaç yabancı dil bilen kurtarıcıları gördükçe bu tür kahramanların niye özlendiği, niye yaşatıldığını anlıyorum. Bu yüzden Kemal Sunal filmleri izlendikçe izleniyor. Salak-saf bir insanın aldanıyorken, dayak yiyorken bir şeyler anlatması, aslında büyük zekânın hilebazlıkla, korkuyla, gururla hiçbir şey ifade etmeyeceğinin soylu hatırlatışını da yapıyor.

  Soluk yüzlü şövalye öleceğine yakın akıllanır. Yani gerçeği anlar ve gezici şövalyelikten, kahramanlıktan vazgeçer.

  Don Kişot öleceğine yakın gerçeği anlamıştır. Hayalin peşinde koştuğunun soylu gerçeğini fark edip hasta yatağından yeğenine seslenir;

“Sevgili yeğenim; Tanrı’nın insanlara bağışladığı en önemli şey akıldır, bu yüzden bu güne kadar yaptığım saçmalıklardan son kez de olsa vazgeçip, bunu değiştirmek, mezara akıllı, uslu birisi olarak gitmek istiyorum.”

  Don Kişot gibi muhteşem bir eseri insanlığa armağan eden yazar, kitabın tüm sayfalarındaki hafif tebessümü, bu günün asık yüzlü insanlara bir armağanı olarak kabul ediyorum. Yine yazarın bir armağanı olan soluk yüzül şövalyeye adanmış, belki de mezar taşına konmuş bir şiir;

Burada yatan ünlü yiğit soylunun,
Ölüm bile yenemedi hayatını;
Meydan okudu dünyaya,
Dünya korktu bostan korkuluğundan,
Çılgınca yaşayıp bilgece can verdi.

 Hayatın sırrı, güzelliği ve kalıcılığı belki de biraz çılgın yaşamak ve bilgece ölmekte gizlidir; kim bilir…

Güven Serin




  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder