KÜÇÜK YUSUF ve ANNESİ
İstanbul’dan Tekirdağ’a kalkacak araca en son binen yolculardan birisi de genç bir anne ve oğlu Yusuf. Önümdeki koltuğa cam kenarına oturdular. Onların yanına da başka bir kadın geldi.
Minibüse biner binmez Küçük Yusuf “Ben bu yolculuk oyununda yokum!” der gibi mızmızlanmaya başladı. Çok geçen İstanbul günüm, yorgun ve henüz gezdikleri müzeleri sindirememiş zihnim, derhal ön yargılara kapılarak; “Eyvah, Tekirdağ’a gidene kadar çocuk mızmızlığı mı?” diye yorum yapmadan edemedim.
Genç annenin ilk göze çarpan tarafı, sanırsınız ki yüzlerce çocuğa annelik yapmış. Olgun, şefkatli, oturaklı seslenişiyle sürekli Küçük Yusuf’u yatıştırıcı veya onu çok büyük bir insanmış gibi ikna etme çabalarıydı. Başarılı da oldu.
Meğer Küçük Yusuf yaşadıkları yere, Tekirdağ’a dönüyormuş. Muhtemelen durağan bir hali istemiyor. Araç hareket eder etmez, yarım yamalak konuşmaya çalışan sarışın çocuk, annesiyle iki büyük insan sohbetlerine giriştiler.
Anne, hiçbir şekilde Yusuf’a büyük insan seslenişiyle cevap vermiyor, onu kızgın, yorgun, bitkin bir annenin seslenişiyle ezmeye, zorlu ikna çabalarına girişmiyor. Sanki kaba ve olumsuz görgü ve iletişim kurallarını hiç tanımamıştı…
—Yusuf, birazdan araba kalkacak. Yusuf, bak trafik ışıkları. Şimdi kırmızı ışık; bekle! Sarı ışık; hazır ol! Yeşil ışık, araba gidiyor. Yusuf babaya gidiyoruz…
Böyle seslenişleri ne gördük, ne duyduk. Genelde gergin anne ve babaların diyarında büyüdük. Şefkatleri sonsuz da olsa, içlerine, belki de sonsuzun en uzak köşelerine gizlenmiş anne ve babaların diyarı…
Araç henüz hareket etmemişken Küçük Yusuf araca binince korkan ben, daha sonra Yusuf ile anne sohbetlerine doyamadım dersem yanlış olmaz. Ses tonundaki öğretici, tamamlayıcı şefkate hangi sosyolog duysa, dinlese şapka çıkartır ve insanca gülümser; insanca…
Yanımda oturan beyefendi tıpkı benim dinlediğim gibi Yusuf ile annesi arasında geçen yolculuk sohbetini dinliyormuş. Yolun yarısına gelmiştik. Gecenin ışıkları yandığı için, geçtiğimiz yerleşim yerlerinde geceyi delen ışık demetçiklerini de izliyorduk.
Belki de konuşma ihtiyacı baskı yaptığı için yan taraftaki beyefendi, derin bir soluk alıştan sonra:
—Bizler çocuk büyütmemiş,
büyütememişiz! İlk çocuğum olduğunda sadece elime aldım ve sonra, güya
çocuklarıma daha iyi bir gelecek harcamak için sadece çalıştım. Çocuklarımın
nasıl büyüdüğünü bile görmedim. Şimdi onlara yabancı gibi istedikleri her şeyi alsam,
zengin olsak da meğer önümüzdeki Küçük Yusuf ve annesinin sohbeti gibi geçmişe,
anılara, paylaşımlara da ihtiyacım varmış!
Bu vicdan, sosyoloji muhasebesi karşısında ne diyeceğini bilemedim. Sadece yan tarafta oturan beyefendiye bir teselli misali:
—Hangimiz çocuk yetiştirmeden
haberi vardı ki? Kim öğretti bize; çocukların da psikolojileri olacağını? Onlar
sadece çocuktu! Beslenmeli, hoş tutulmalıydı! Anlaşılmaya ihtiyaçları yoktu…
Yusuf ile genç anne, inanıyorum ki araçta bulunan bütün yolculara ayrı bir muhasebe yaptırdı. Sanıyorum o yolculuk daha birkaç saat uzasa, sarı saçları henüz çok küçük olan Yusuf’un annesinden gelecek cevaplara yarı bebek, yarı çocuk lafçıklarıyla sorular sorması sevgiyle, saygıyla dinlenecekti.
İki kıta, iki kara parçacığını bağlayan köprüler gibi, insandan insana akan bu sohbeti, destansı iletişimi, herkes büyük bir içtenlikle dinleyecek, kendince hiçliğin içinde belki de bolca yuvarlanacaktı…
Güven SERİN
Toplu taşıma araçlarında bazen çok yüksek sesle adeta hayat hikayesini anlatanlar olduğu gibi böylesi güzel örnekler de oluyor. Anne veya babalarıyla iletişim kurmuş, ilgi ve sevgi görmüş çocuklar ne şanslıdırlar.
YanıtlaSilHatta uzmanlar çocuklarla konuşurken bazı zamanlarda onun düzeyine inebilmek için çömelmek ya da onun hizasında oturmanın uygun olacağını söylerler. Konuyu içten bir anlatımla aktarmanız güzeldi.
Katkılar taşıyan,sunan yorumunuz adına teşekkürler Makbule Öğretmenim; sağ olun...
YanıtlaSil