BERGAMALI KADINLAR
KAZANDI
(
Ağlayan Çayır )
Şimdilik… İzmir Bergama ilçesi Agrobay Seracılık çalışanlarından 46 kadın, Tarım Sendikası, Tarım-Sen’e üye oldukları için, kod 46 ile işlerinden çıkartılmış ve mücadeleleri 2023 yılının Ağustos ayında başlamıştı.
Aylarca seslerini duyurmak adına, 46 kadın,46 bin kez kendilerini anlatmak için çalmadıkları kapı, gösteri yapmadıkları meydan bırakmadılar. Ele ele ve gönül gönle inanmanın inancı, yüreklere su serpecek kadar samimi, sevdalı ve bir o kadar da ders vericiydiler…
Kadınların, milyonarca yıllık geçmişlerinden gelen bu sezgiler olmasaydı, bugün kocaman adamların övündükleri aile yaşamı denen şey çoktan tükenirdi…
Onlar, bir kadının sekiz
çocuk büyüttüğü, seksen hayvanı beslediği zamanların içinde, ellerinde
oraklarla sarı başaklar biçip, beyaz unları öğütüp; zamanlar içinden süzülüp de
gelen kadınlarımızdır…
Kaz Dağları yeşilliklerinden uzaklaşıp, altın arayıcılarının siyanürle buluştuğunda da, Karadeniz’in berrak derelerinin dağlardan inerken önlerini kesen HES projelerine karşı duran kadınlarla aynı yüreği taşıyorlar. Tek istedikleri yaşadıkları toprakların, doğal hayatın, onlardan sonra da aynı doğallığı sürdürebilmesi…
Aklıselim hangi insan veya medeniyet doğa ile kavga vermeye başladıysa kaybetmeye mahkûm olmuştur. Dereleri, ırmakları, dağları, ormanları zehirlenen medeniyetlerin çocukları da zehirlenecek ve buldukları ilk fırsatta ülkelerinden çok uzaklara göç edeceklerdir; gelmemek, dönmemek üzere…
Yunan sinemasının dünyaya açılan, evreni kucaklayan yönetmeni Theo Angelopoulos, Ağlayan Çayır filmiyle Balkanlarda, Trakya ve Anadolu’da yaşanan göçlerin, mülteci olmanın ne demek olduğunu da kayıt altına almayı başarmıştır.
Mültecilerin sesini, o uçsuz bucaksız suskun dramlarını ancak keman, klarnet ve akordeon anlattığını düşündüğü için, Eleni Karaindru’nun müzikleriyle mültecilerin yaralarını sarmaya çalışmıştır. Eleni, yetim büyüyen ve öyküsüyle Truvalı Elen’e kadar uzanan bir yolculuğun kadın figürüdür. Diğer kadınlarımızın da eksik kalan öykülerinin devamı gibi; sevdası için kaçar, evlatları için dupduru, çok saf bir sevgi, özlem besler…
Bergamalı Kadınlar çalıştıkları Agrobay Seracılık işletmesinde sendikaya üye oldukları için atılmaları yetmiyormuş gibi, kod 46 denen yüz kızartan, ellerinden bütün haklarının alındıkları kanun maddesine arkalarına alan yöneticiler tarafından işten atıldılar.
Emekleri, işleri, aşları bir yana, onurları için de el ele, yürek yüreğe vermenin bir duruşu yaşandıysa, ülkemizde yaşanan ekonomik, siyasi kargaşa ve güçlüklerin yanında kaidesi üzerine oturmuş bir eser gibi, en değerli kadın mücadelelerinden birisine şahitlik ettik.
İnandılar ve şimdilik haklarının bir bölümünü kazandılar. Ağlayan Çayır, vatan diye bildikleri yerlerden savrulan ve sığındıkları yerlerde de horlanan insanların tarihsel acılarıyla baş etme biçimlerinden birisinin de, müzik ve dans ile olacağının da bir kanıtı gibidir…
Saksafon, karanlık ve çamurlu bir sokağa koşan bir adamın, sadece karanlığa değil, onu duyacak olan umutları sona ermemiş insanlara bir umut aşılamak ister. Saksafonun sesi karanlığı, çamurlu sokağı ve karanlığa sığınmış bütün kulaklara, sendika dansının yapılacağı yeri, zamanı bildirir.
Orada da istenen şey, çalışanın, işçinin haklarından başka bir şey değildir. Moral ve dayanak ise; saksafon, keman, klarnet, darbuka ve akordeon viran yapının büyük salonuna güneş gibi dolar.
Sahnede kadınlar ve erkekler dans etmeye başlar. Umutsuzlukların, göçlerin, göçebeliğin, işçi sınıfının büyük sıkıntılar-çaresizlikler içinde kaldığı zamanda bile, müzik ile dans başrolde…
Mustafa Kemal Sofya’ya görevli olarak gittiğinde etkilendiği birçok şeyin başında kadın ve erkeklerin dansları ve orada gitmiş olduğu operadır.
Bergamalı kadınların da operası var; zeytinliklerde, dağlarda, vadilerde, ovalarda hep birlikte söyledikleri türküler; kendi figürlerini, danslarını ne güzel söylüyor ve anlatıyorlar;
“ Bergama’nın pazarı/Ninay da ninay nom/Kendim okur kendim yazarım/Ninay da ninay nom/Benden başka yar seversen, ateş olsun mezarın/Nanay da ninay nay nom…”
Burada Bergamalı kadınlarımızı andık, hatırladık ve onlara olan saygımızı, sevgimizi anlattık. Ya 31 Mart seçimleriyle yerel yönetimlerde sesini, soluğunu, felsefesini duyuran, göreve gelen kadınlarımız? Onlar, daha çoğalmak, kadınlarımızın da başarılı yerel yönetici olabileceğinin kanıtını, karşılığını tüm ülke kadınlarımızın da acılarına, çağrılarına kulak verip çare bulacaklarına inanıyorum. Bu zamanı, dönüşüm, yenilenme; halk devrimi olarak kabul ediyorum…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder