VADİDE Kİ O YER!
( Sağlamtaş )
Büyük dönüşümler; köyden kasabaya, kasabadan kente olan göçler çok hızlı olduğu için; geride neleri bıraktık, neleri kaybettik tam anlayamadık ve anlamaya gayret edemedik…
Kaybedilen şeyler; sadece kırlar; ağaçlar mı? Mevsimlerin her halini; renklerini, seslerini, kokularını izleme şölenleri mi? Lokma günlerinin sosyal yaşama kattıkları, katacakları mı? Okullar mı? Sağlık Ocakları mı? Yoksa bütün hepsiyle birlikte anılarımızın saf ve kendine özgü renkleri, sesleri mi?
Vadide ki o yer; sadece, içinden birçok geçtiğimiz birçok yer gibiydi. Ayrıntılarından, oraya ait bütüne ait parçalardan, coğrafi ve tarihsel unsurlardan oluştuğunu anlamak için; durup görmek, bakmak, dinlemek gerek…
Biz de öyle yaptık; diğer zamanlar gibi geçip gitmeyip, o yer dediğimiz vadinin içinde, çalışkan insanların birbirlerine sokularak bir araya geldikleri Sağlamtaş diyarına geldik…
Sağlamtaş’a Müstecep tarafından geliyorsanız, ilk dikkatinizi çekecek olan badem ağaçları olacaktır. Baharın soluğunu duyar duymaz beyaz giysilerini giyen badem ağaçları, bir zamanlar buraya yerleşen, yurtlarını bırakıp gelen Rumeli insanlarının doğa ile insan arasındaki bağların karşılığını bütün görkemiyle bulmanız, görmeniz hatta duymanız mümkün…
Badem ağaçları ticari olmaktan öte, ailelerin bayram tatlılarına, eski günlerine şahitlik içinde sınır boylarına, birer nefer gibi dizilmişler. Sağlamtaş’a yaklaştığımızda ise tepelerde ceviz ağaçlarını, cevizleri sert kuzey rüzgârına karşı koruyacak olan servileri gördük.
Durup baktığımızda tepelerden vadide ki o yer dediğimiz Sağlamtaş evlerine, bildik ve bilmediğimiz binlerce öykünün de orada evlerin içinde, dışında, bahçelerde, bağlarda ve kuzey tepelerinde; Ganoslar’a kadar uzanan çam ormanlarında kim bilir ne zenginlikler duruyor. Sonlu yaşama sahip insandan çok öte de duracak gibi…
Mehmet Bey ne aradığımızı, neyi görmek istediğimizi anlamış ki, yeni yapılan kaldırımların, sokakların ve bitmiş olan Sağlamtaş Spor sahasının, yine yakın zamanda Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi tarafından bitirilmiş olan çok amaçlı kullanılacak olan düğün salonunu gördük. Su şırıltıları duyduğum yer için:
—Burası nedir? Sorusu karşısında
Mehmet Bey: - Bizim köyün deresi, diyerek cevap verdi.
—Bir ismi var mı bu derenin?
—Vallahi biz hep dere dedik
buraya…
Dere denilen yeri daha yakında incelemek için sağına, soluna yaklaştım. Şaştım kaldım dersem yanlış olmaz dostlarım. Burası bir nehir yatağı gibi derin, geniş, aynı anda tonlarca suyu taşıyıp kilo metrelerce ötelere taşıyacak kadar kadim geçmişe sahip bir dere yatağıydı…
Dere denilen, bana göre muazzam bir nehir geçmişi olabilecek yerin güney kısmı, Ganos Dağları kuzey kısmı oluyordu. Alabildiğine yemyeşil çam ormanlarıyla kaplıydı. Gözümü kapatarak bu yere getirip gözümü açsalar, burasının Tekirdağ bölgesinde Sağlamtaş olabileceğini düşünemezdim. Tam manasıyla; insanın, suyun, dağların, tepelerin ve vadilerin birleştiği bu yerde; insanın, insanlık yolculuğunda birlikte taşıdığı bütün marifetler pişiyor, etrafa misler gibi kokular yayıyordu.
Vadiye yaklaşık 140 yıl önce yerleşmiş, Rumeli kültürü ve dokusunu da beraberinde getirmiş insanların bütüne katkısı; yani birlikteliğe ve Sağlamtaş gibi bir yeri, yeşille marifetle buluşturmaya, boşalan, neredeyse eriyen köylerin yanında direnmelerinin nedeni; çalışmaya ve yaşadıkları yere duydukları büyük sevgi ve sevda…
Mehmet Bey de Tekirdağ merkezde yaşarken, şimdi Sağlamtaş diyarına, yeşilin, dinginliğin, çok farklı kuş seslerinin olduğu bu yere dönmüş…
İnsan denen canlı, çok zengin olmak için çok çaba harcıyor harcamasına ama yaşamın sonunda herkesin aradığı tek şey; “ Saf Huzur” değil mi? İşte, böyle değerli yerlerin saf huzuru; kalabalık ve kargaşadan sıkılmış insanları bekliyor; ilk zamanlarda olduğu gibi; taptaze…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder