İNTERNET
GLYKYS APERİO POLEMOS!
( SAVAŞ ONU
YAŞAMAYANLARA TATLI GELİR !)
Romalı antik yazar Publius Flavius Vegetius’un
yüzyıllar önce “Savaş Sanatı” eserinde ifade ettiği gibi bir şeydir savaş;
düşmeyen ateşin o yeri yakmadığı, düştüğü yeri kül ettiği gibi, yaşamayana farklı,
yazarın da ifadesindeki gibi biraz da tatlı geliyor…
Bir yandan uzay
yolculukları ve büyük Mars hayaline çok az bir süre kalmış, uzayın derinlerinde
kaybolma heyecanı sarmışken insanlığı, hücre yenilenmesi, farklı tıbbı
desteklerle 100–150 yıl yaşama hakkını cebe koymaya çalışırken dahi savaşların çekiciliği,
garip ve korkunç vahşi heyecanı da son bulmuyor…
Göçüyor insanlar durmadan.
Kimisi Akdeniz’de, kimisi Ege’de, kimisi Meriç Nehrinde kavuşamadığı düşlerinin
sonunu yaşıyor; boğularak, donarak, vurularak…
Ukrayna Savaşı
başlayalı kaç gün oldu? Artık kimin umurunda? Irak Savaşı da, Libya da, Suriye,
Afganistan Savaşı da öyle… Geride bir sürü ölüm, sürgün, korku, acı, yaralı
insanın dönüşmeye hazır, akıldan çok duyguların, refleks ve içgüdülerin peşinde
antik zamanlardan güne yansıyan bir ışık, bir ibret, bir sefalet gibi…
Henüz, İkinci Dünya
Savaşının gözyaşları bile kurumadan, ruhların kanları durulmadan, vahşetin
insan eti kokan gaz odaları ve ateş fırınları, insanlığa pek bir şey katmamışa
benziyor…
Ukrayna’dan göç eden
insanların sayısı Suriyeli insanların sayısıyla yarışıyor. Savaş zamanına kadar
hepsinin zamanı, mekânı, eşyaları, düşleri önemli ve değerliydi. Savaş başladığında,
yıkılırken yurtları-vatanları, başlarına çökerken evleri; şaşırdılar…
Oradan oraya
ruhların kaçışması gibi kaçtılar ve bu bir kâbus olmalı, yarını uyanınca her
şey sona erer diye düşündüler…
Belli olan bir şey
var ki, bu savaştan, hatta savaşlardan kar edenler var. Tıpkı insanlığın bir
türlü kurtulamadığı hastalıklar gibi; beslenen ilaç sanayileri nasıl hep açsa,
savaş sanayide hep aç kalacak; insanlık insanı tükettiği zamana kadar…
İnsanlığın başarıları,
ulaştıkları medeniyetlerin zenginliği savaşlarla yerle bir edildi. Bir söze
göre Büyük İskender Perslerin başkenti Persepolis’e saldırdığında, yakıp
yıktığında acı içindedir. Barbarlar diye bildiği Perslerin kurduğu medeniyetin
kendi orduları tarafından yakıp yıkılması karşısında şu sözleri fısıldar;
“ Asıl barbarlar bizlermişiz…”
Babil nasıl yok
edildi? 3000 yıllık Mısır Uygarlığı, çöllerin altına; yeraltı ırmaklarıyla
birlikte mi çekilip gitti? Ya İnkalar, Mayalar, Aztekler?
Babil Kütüphanesi,
İskenderye, Bergama, Efes ve daha nicelerine neler oldu? İnsanlığın bencililiğinden,
öfkesinden kurtulamayıp ateşe mi, küllere mi teslim oldular?
Her antik şehri gezdiğimde,
antik Likya Yolu patikalarında yürüdüğümde hissederim, savaştan çok barışın,
ticaretin, sporun, felsefenin, sanatın, edebiyatın bu medeniyetlere savaştan
çok daha fazla şeyler kattığını…
Tertemizdir antik
şehirlerin meydanları ve yolları. Oysa kim bilir ne çok kanlar akmış, ne büyük korkular,
acılar da yaşanmıştır, sevinçlerin, rekabetlerin, barışın yaşandığı o sıra dışı
medeniyetlerin kurdukları yurtlarda…
O yüzden seslenmedi
mi insanlığa Atamız; “ Lakin Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş
cinayettir.”
Acaba, Ukrayna ve
diğer savaşların hayati tehlikeleri nerede başlıyor ve nerede bitiyor? Her
yarım yüzyılda bir öldüre öldüre mi yürüyecek insan, insanlığın yolunda…
Güven SERİN
Acı çektirmeyi, kan dökmeyi büyüklük sanıyorlar oysa insan bir zerreden ibaret başı sonu toprak olan..
YanıtlaSilSelam ola Güven
Ne güzel açıklamışsın-anlatmışsın; eninde sonunda,bütün uzatmalar dahi yaşansa sonun topraksa niçin bunca rezillik,kıyamet,barbarlık...Teşekkürler..
YanıtlaSil