KOCAYOLUN TÜRKÜSÜ
( Ey Köyleri Hududa Bağlayan Yaşlı Yollar )
Kaç zamandır yazmak istiyordum doğduğum büyüdüğüm yerin; anılarından bugüne süzülen, demlenmiş halde bekleyen kocayolun öyküsünü. Kocayol derlerdi adına. Bir meydandan bir ovaya giderdi; bildik bütün çocukları içine alıp da sıkılmayacak kadar “koca” bir yolun türkü söylediğini, bizi çağırdığını duyardık.
Kocayol, şehirde olsaydı, adına cadde denecekti. Bir masalın içinde geçseydi; “ Ben diyeyim, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte; çok uzun, çok geniş; Kaf Dağlarına kadar uzanır.” Denebilirdi…
Çocuklar için büyüktür her şey. Merakın kendisi, korkunun, gizemlerin büyülü seçimleri gibidir büyümeye doğru ilerleyen yol öyküleri…
Kocayol’un sabahı ayrı, akşamüstü ayrı, gecesi ise apayrı yaşanırdı. Soluk sokak lambalarını kimsenin dert ettiği bile yoktu. Çeşmenin yanı başında İsmet ve Ahmet Dayımların evleri, karşısında ve aşağında, İhsan Dayıların, Hafize Yenge ve Osman Derin’in ve emen ardında Şerif Bilir’lerin evleri var. İçlerinde çocuk neşeleri kadar büyüklerin sessiz gülümsemeleri saklıydı…
Mahallenin destancısı Sebile Yenge, akrabalık ile komşuluk iç içe geçmiş; Yaşalar, Serinler, Derinler, Karalar, Savranlar, Bilirler, Canlar, Çakmaklar, Savranlar, Saracalar, Çetinler, Özdemirler, Araslar, soy isimleri olan bütün fertleri kocayolun kalbinde büyüdüler…
Kocayol, sadece Paşaköy’ün en geniş, en uzun yolu değildi. Sanırsınız ki şairini; Faruk Nafiz Çamlıbel’in şiirinin dizelerinde de yaşıyor gibiydi;
“ Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!”
Kocayolun sonundaydı “Yama” denen yüksek tepelik yer, bir çocuk için Meşe ve Gürgen ağaçlarının yaşadığı orman… Hemen aşağıda uzanıyordu bereketin çığlık çığlığa eğlendiği o eşsiz ova toprakları ve ürünleri. Neler yetişmiyordu ki; ak, kara ve nasırlı ellerin çapalarla, sabanlarla ektiği tarlalarında…
Her tarlanın bir ahlât ağacı vardı; gölge niyetine. Ve bir de kuşların yuvaları, üremeleri, başka başka gece, gündüz yabanıl hayvanlarının yaşamaları, beslenmeleri hatırına…
Kocayol’un çeşme başında buluşan insanları, basmadan donları olan komşu ve akraba kadınları, kadife, pazen kumaştan etekleri olan kızları, yaşadığı yerin ayrıcalığını bilen, kalplerine yayılmış sevgi enerjileriyle dolu ihtiyarlarının yürüdüğü yol, insanlarıyla birlikte; el ele, gönül gönle yaşardı…
Kocayolun sonundaki yüksek tepedeydi yaşamın sırrı. Rengârenk bahçe biçimindeki tarlalarının ardındaydı Balkan topraklarından gelen ve nazlı nazlı Ege’ye dökülen Meriç. Bazen göğsünü kabartarak akardı; bildik bilmedik bütün öyküleri de beraberinde taşır, dönüşüm ve kavuşumun sessiz haykırışlarını taşırdı hiç ara vermeden süzülürken; Balkanlardan Ege’ye...
Kocayolun sonundaki tepenin, yakınında bulunan koyun ağıllarından bölgeye yayılan çan, zil, koyun, kuzu ve köpek sesleriyle birlikte küspe ve Balkan kokuları ve mitolojik öyküler uzanıyordu her daim sisler ardında gizlenen Semadirek Adası’ndan…
Tanrıça Nike için yapılan anıtlar, tapınaklar var orada, uzaktaki o adada. Homerus’un büyük eserinde yer alan Semadirek Adası, belli belirsiz göründüğünde kim bilir kaç çocuğun içine doğardı Tanrı ve Tanrıçaların seslenişleri…
Bitmezdi kocayolun türküleri; dinmezdi çocuk çığlıkları ve suya giden hayvanların yabanıl kokuları, ayrı ayrı telaşların anıları… Bilemezdik o zaman Truva’nın nasıl yanıp yakıldığını. Paris, Hektor, Helen, Yarıtanrı Akhilleus,Agememnon,Hakebe bir anlam ifade etmezdi.
En çok geceleri şenlenirdi kocayolun güney ucunda, köy meydanının hemen kıyıcığında olan Sinemacı Hüseyin’in yeri. İki film birden oynatılırdı; ahşap sandalyeleri, çekirdekli, gazozlu, beyaz büyük perdesi olan sinema sanatının icra edildiği yerde…
Berber Ahmet’i, Ayakkabıcı Enver’i, Hasan Efendili Bakkalı, Terzi İsmail, İğneci Celaleddin, Kahveci Şefik Baş, Demirci Hüseyin, Arap Hasan ve Hamamcı Osman’ın işlettiği meyhane; çocuklar için ağır adamların yaşadığı, eğlendiği saygı duyduğu yerlerdi. Hepsinde umut, emek, heyecan ve insanlara ait felsefeler vardı…
Böyledir büyük, geniş ve toprak yolların öyküleri ve türküleri; şairin şirindeki gibi;
“ Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyecek olanlara ağlayan yaslı yollar!”
Gözümün önünde canlandı hepsi.
YanıtlaSil
YanıtlaSilTeşekkürler; edebi dünyanın içinde olmak,yazı sanatını film,tiyatro veya yaşamın parçası olarak capcanlı hissetmek ayrıcalığını tatmak,hissetmek değerli şey...
gördüğüm sınır köyleri geldi aklıma hep, çok güzeldi yazınız
YanıtlaSilTeşekkürler,hudut köyleri ayrıcalıklı öykülerle doludur; hele bir de mitoloji öyküleri yolları üzerindeyse..
YanıtlaSil