Sayfalar

18 Ocak 2022 Salı

YAŞLANMAYA VAKTİM YOK

 

İNTERNET

                                       YAŞLANMAYA VAKTİM YOK

 

  Haldun Dormen’in yeni kitabının ismi; “ Hiç vaktim yok!” felsefesinden beslenen bir dokunuş ve yaşama dair bir seçenek; “ Yaşlanmaya Vaktim Yok”

  Biz ne kadar böyle söylesek de, bir şekilde bedenimiz yaşlılığın izlerini taşımaya, göstermeye başlar. Belki de yaşlanmayan şey; düşünceleri üreten o muhteşem beyin nöronlarımızdır; kim bilir…

  Eski insanlar; “ Dinlenmeye vaktim yok! “ derlerdi. Anlamazdık onları… Ayla Dikmen’in şarkı sözleri benzeriydik özel anlatıcıları anlamama halleri;

“ Anlamazdın, anlamazdın/ Kadere de inanmazdın/ Hani sen acı veren/ Kalpsizlerden, olmazdın?”

  Anlaşılmamak, kendimizi yeterince anlatamamaktan da besleniyor gibi! Nesiller arası kavganın sebebi de bu düşünce olmalı! Haldun Dormen’i tam manasıyla “Dadı” diziyle sevdim. Neredeyse yetmiş yaşlarında rol aldığı bu dizideki oyunculuğu, sanatsal sunumu, sahne sanatları alanındaki ustalığının zirve yapmış haliydi.

  İzmir Devlet Opera ve Bale Elhamra Sahnesi ile tanıştığım zamanlar, çok yakınında bulunan Sahne Tozu Tiyatrosu Haldun Dormen Sahnesi ile de tanışma fırsatım oldu. O gün, bugün her İzmir seyahatim, bu iki sanat merkeziyle bir araya gelip, kendi evrimim için yürümek-yol almak ile devam etmekte…

  Sahne Tozu Tiyatrosu genç bir sanatçı (Çağlar İşgören) tarafından kurulmuş olunsa bile sanat danışmanlığını Haldun Dormen üstlenmiştir. Bu sorumlulukla kendi felsefesine de ne kadar sahip çıkmış olduğunu düşünebiliriz.

  Ne diyor Haldun Taner; “ Çoluk çocuk beni ziyaret eder mi diye kara kara düşünmek yerine, vakit artık çok geç demeden, ideallerin peşinden giderek, yaşam felsefemde ‘hiç vaktim yok’ düşüncesine ulaştım. Bu düşünceyi sahiplendim.”   

   Doksan yaşını geçmiş bir insanın “ Yaşlanmaya Vaktim Yok “ felsefesinin yaşama verdiği önem ve değer, bütün bunların yanında üretmenin akışı, kendi yatağını bulup, enerjisini denizlere, okyanuslara taşıma isteğini de düşünebiliriz…

  Çevremizde bulunan yaşı henüz 50 bile olmayan insanların kırılıp-döküldüğünü, yalnızlığa büründüğünü görünce şaşırmıyorum artık. Neden diyecek olursanız; yaşam, her ne kadar basitlikten besleniyorsa da, sanattan da, bilimden de, tarihten, felsefeden ve bütün bunları bir potada hamur hale getiren hareketten de besleniyor. Kişinin sabit bencilliği, önyargıları ve tembelli de varsa; dökülme, paslanması ve kendi kendini zehirlemesiyle birlikte hız kazanması kadar doğal bir şey olamaz…

  Hareket etmeyi sadece seyahat etme, bir şehirden bir şehre, bir ülkeden diğerine gitme anlamında söylemiyorum. Bedenen hareketin iyi geleceğine dair hiç kimsenin aksi düşüncesi olmasa bile, fikren hareket sağlayamıyorsak, düşüncemiz, düşlerin içinden geçip gerçeklere, gerçeklerden sıkılıp, düşlere yaslanmıyorsa; sıkıntı var demektir.

  Bu yazıyı kaleme alırken eski bir arkadaşımın oğlu telefon açtı; atölyeme beni ziyarete geleceğini söyledi. Bir süre sonra da geldi. Yazıma ara verip onu dinlemeye başladım. Yaşı, birçok insanın “genç” diyeceği yaştaydı. Milyonlarca insanın özlemini duyduğu işi, evi, arabası ve yedek akçeleri de vardı. Ama bütün bunların yanında onun kendi ifadeleriyle bir derdi vardı;

  “ Sıkılıyorum: Yalnızlıktan, hareketsizlikten, işimden başka bir şeyler yapamamaktan ve yeterince sosyal olamamaktan…”

  Belki de bir mucize bekledi benim atölyeme gelerek. Ona tılsımlı bir söz söyleyeceğimin umuduna kapıldı. Ama hiçbiri olmadı. Herkesin yolu ve yolculuğu farklıdır. Özellikle iç sıkıntısını duyanların yaptığı şey; üzerimize bindirilmiş olan safraları atmakla bir ömür geçirmiş insanlar için yaşın-başın ve sıkılmanın bir önemi yoktur. Nedeni ise çok basit; tıpkı sanatçı Haldun Dormen’in düşüncesi hâkimdir; “ Yaşlanmaya, sıkılmaya” vakitleri yoktur…

  Cahil dediğimiz, okumamış “köylü” dediğimiz eski insanların da sıkıntıları yoktu. Daha doğrusu, sıkıntıya ayıracak zamanları olmuyordu. Beş altı çocuk büyütmenin yanında, ihtiyarları bakmak, evin suyu ve aşı, ahırdaki hayvanlarla, tarla, bahçe, konu komşu ile uğraşan insanların kavga etmeye bile zamanı olmazdı…

  Bu yazının-çalışmanın doğum amacı, yola çıkan her yolcunun keşfedeceği şeyi, yazı yaşamım ve orta yaş ömrümün evirilme sürecinde kendi hissiyatımı da dile getirmektir. Sanatçının felsefesine yerden göğe kadar katılmış olmam, kendi felsefemi de yaratmamış olmamdan dolayı değildir. Tam aksine, sanatçının düşünceleriyle yan yana gelen felsefemi de bundan önceki yazılarımda, dostlarım arasında sıklıkla dile getirip, epey şaşırttığım insanda olmadı değil;

  “ Benim kavga edecek, polemiğe girecek, kin güdecek zamanım yok!” sözlerim, birçok insan için belki bir şiir, bir uydurma veya gerçeklik taşımayan laflardan ibaret… Ne desek boş;

 “ Anlayan sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az” sözü bile yetmez; kendi yoluna koyulmamış, kendine yol almak istememiş insanlara. Onların koruyucu sözleri, meşhur sloganları var ya nasıl olsa;

  “ Paran var; huzurun var(!) “ Ne garip bir huzur; her daim birinden bir medet ummak, bir garip, bir yapay iltifat bile olsa…

 Güven SERİN

  


2 yorum:

  1. Sabah kar manzarasına karşı bakarken bloğuma yazı yazdım. Sonra eski yazdığım bir yazıyı aradım blogda, o yazının altında sizin yorumunuzu gördüm. Sanırım o sırada görmemişim. Cevaplamamışım zira. Neyse uzun lâfın kısası. Oradan bloğunuza ulaştım ve bu güzel yazıyı okudum. Tam da ihtiyacım olan zamandı. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Ne güzel tesadüf,teşekkürler...

    YanıtlaSil