ÖLÜM, ÇOK YAKINIMDAN GEÇİP GİTTİ
(Hayat kısa/Kuşlar uçuyor )
Kim bilir kaç yıl oldu, ölümün körüklü bir belediye otobüsü kılığında yakınımdan geçip gitmesini bir türlü unutamadım…
Sahne Ingmar Bergman’ın filmindeki gibi başlamasa bile nedense onu hatırlatıyor bana. Kara bulutların dolaştığı bir anda şövalyenin karşısına insan kılığında dikiliyor ölüm. Ve şövalye soruyor;
- Kimsin sen?
- Ben ölümüm, diyor siyahlar giymiş can alıcı adam görünüşündeki ölüm…
Ya benim yaşadığım, hemen kıyıcığından geçen, bir kasırga gibi ruhumu yalayan halk otobüsü kılığındaki ölüm nasıldı?
O gün İstanbul Sarıyer’deydim arkadaşım Metin ile birlikte. Sarıyer’de Sadberk Hanım Müzesi ziyaretini henüz bitirmiş, müzenin ağzına kadar dolu tarihi değerleri karşısında şaşırmış vaziyette karşıdan karşıya geçmek, uygun bir yer bulup karnımızı doyurma peşindeydik.
Metin benden birkaç adım gerideydi. Ellerimizde broşürler, sırtımızda çantalar ve kafamızda bir sürü antik objenin, eserin öyküsüyle yüklü mü yüklüydük. Sol tarafıma bakmak aklıma bile gelmiyordu.
Sağ tarafa takılı kalmış vaziyetteydim. Oysa asıl tehlike sol taraftaydı… Gereksiz bir şekilde sağdan araç gelmediği halde o taraf ve ileriye bakarak oyalanıyor, son saniyelerin geldiğinin farkında bile değildim.
Bir yandan da arkadaşım geliyor mu diye güya onun ayak seslerini veya seslenişini duymak istiyordum. Ruhum ve bilincim, çoktan terk etmişlerdi bedeni... Belki de bir başka boyutta bir gezinti yapmaktaydılar…
Atacağım bir yarım adım, ömrümün sonunun adımı olacakken, o yarım adımı atmadan önce öyle, bilinçsiz bir şekilde sola baktığımda, epey yokuş olan caddeden aşağı gelen ve freni patlamışçasına ağzına kadar yolcu dolu olan halk otobüsü, yanımdan kasırga gibi geçti gitti.
Tam da o anda bilincim ve ruhum geri döndüler. Donup kalmış olan bedenime sarıldılar. Biraz telaş yapıp tam aksine ileri fırlasam, o yarım adımlık hareketi yapsam, parçalarım kim bilir hangi yana savrulacak?
Birçok insandan dinlediğim gibi birçok öyküden de haberim var; “ Basiretim bağlandı, hiçbir şey yapamadım!” diye birçok insanın anlatımları gibi, sağgörü tamamen kaybolmuş vaziyette yarım adımlık kurtuluşu, ölümün kıyıcığından geçişi yıllar geçse de taptaze anıyor, bir şekilde paylaşmanın sosyolojik, psikolojik deşarjını yaşıyorum…
Bergman’ın filmindeki ölüm, filmin kahramanı için gelmişti.
“Benim için mi geldin? “ diye sorduğunda ölüme;
- Uzun zamandır senin yanındaydım, cevabını verir ölüm.
Yine yazmadan, düşüncemi açıklamadan geçemeyeceğim. Ömrümüze dâhil olan zamanları-yılları, bağlanmış basiretlerimizi zincirlerinden kurtarmak tam olarak ne demek? Neyi açıklar ve anlatır çok uzun ömür süren bir insan?
Romalı şair, bilge Vergilius gibi en sonunda; başyapıt olan Aeneas Destanı isimli eserini “ Yakın/Yok edin “ der mi? Ve ardından; “ Bunca yıl yazdım, önerilerde bulundum, uyardım; ne değişti?” der hasta yatağında sayıklayan bilge şair.
Tıpkı Vergilius gibi bu soruyu soruyorum kendime. Ama bana ait eserleri, bunca yıllık günlük köşe yazılarını yakın demek şöyle dursun, hiçbir anıya-hatıraya bile el sürdüremem. Teklif dahi edemem…
Anlamaya çalıştığım bir duygu bu; evren genişliyorsa, onun en küçük yapı taşlarıyla ruh bulup can kazanmış insan da genişlemeye muhtaç… Evrenin parçası olan milyarlarca yıldızı içinde barındıran Galaksiler gibi insan da dönüşüm içerisinde evrelerini tamamlamak için:
Doğuyor… Ölüyor… Dönüşüme, döngüye eksiksiz ve şaşmaz bir şekilde dâhil oluyor/olmuş…
Ve bütün parçaları tamamlamaya zaman bulamıyor… Bazen görülen rüyaları ve bazen kurulan sıra dışı düşler; o küçük parçaların bir kısmı olma ihtimali var mıdır yok mudur diye düşünmeden edemiyorum…
Yıllar önce Sarıyer’de Sadberk Hanım Müzesi yakınlarında hemen yakınımdan geçen ölüm bana ne verdi diye düşündüm! Tıpkı şairin dizeleri gibi bir öğreti verdi;
“ Hayat kısa/ Kuşlar uçuyor “
Aman! Geçmiş olsun Güven Bey. Düşündürmüş, öğretmiş ama bir daha olmasın:)
YanıtlaSilSelamlar,teşekkürler; dalgınlık,tutulma veya bir başka şey,düşününce insan ürperiyor...Kim bilir kaç kez yanımızdan,kıyımızdan geçiyor...Çok sağ olun..
YanıtlaSil