KOCAOĞLAN’IN HUZURU
KİMDE VAR?
Zannedersiniz hiçbir
tasası yok! Bütün dünyevi işleri daha doğar doğmaz tamamlamış da şimdi
aylaklığın tadını çıkartıyor. Bir ara şüpheye düşmedim değil; acaba, Bertrand
Russell’in Aylaklığa Övgü eserini mi okudu?
Kocaoğlan’ı tam
olarak ne zamandır tanıyorum; bilemeyeceğim. Orta ve Eskicami bölgesinde
yaşayıp da bu koca beyaz kürklü hayvanı-köpeği tanımayan yoktur. Onu en çok yatarken,
uyurken, sessiz, sedasız bir halde düşlerin içinde yüzerken görmüşlerdir.
Bugüne kadar hiçbir
şekilde durup da onun yüzünü incelemedim. Öyle ya vaktimiz olmuyor; koşturmaca,
kavram kargaşası içindeki o korkunç yüklerin altında ezileceğiz derken…
Bütün bu yüklerin
altında ezilmemiz, mal-mülk karşısında muhteşem derecelerde mutlu olmamız
hiçbir şekilde Kocaoğlan’ı ilgilendirmiyor. Onun konusu değil… Daha hiç kimseye
özel bir minnet duyduğunu da görmedim. Yıllar önce deri hastalığının başlangıcı
ona uzattığım elin dokunan tek yararı, bir tek hap vermekten ibaret…
Hani hep söylenir ya,
yaşlanmış, yaşı başı ağırmış, o muhteşem enerjisi yok olmuş kimseler
tarafından;
“ Yaşlılık dönemi gelip çattı,
karakış zamanı… El, ayak ve yürek titrer; tam bir alacakaranlık zamanları
içindeyiz…”
Her kültürde buna
benzer söylemler; deyim ve atasözleri fazlasıyla vardır. Hepsinin de kendine
göre haklı tarafının olması yanında, gelecek nesillere muhteşem bir hatırlatma,
uyarı bilinci vardır.
Çok çalışkan,
neredeyse 24 saat iş-güç düşünen bir arkadaşım hastalık evresine girince ne
yapacağını şaşırdı. Derhal elindeki işlerin yarısını bir kenara bıraktı. Mal,
mülk fazlasıyla, hatta yedi sülaleye kadar yetecek kadar olmasına rağmen, üç
ayda bir gitmiş ve gideceği doktor kontrolleri neredeyse kâbusu oldu.
Bu arkadaşımın yaşam
karşısındaki masumiyetini bilmesem onu anlayamaz,buraya taşıyamazdım.Masumiyeti
en az bizim mahallede yaşayan Kocaoğlan’ın ki kadar geçerli.FakatKocaoğlan
çaresiz bir şekilde bir hayvana-köpeğe yüklenin içgüdüler ile kendi
aylaklığının huzurunu,hiç kimseye minnet duymadan,bağlanmadan yaşıyor ve ortaya
büyük ve net bir karakter koyuyor.
Ya biz insanlar? “ Elalem
ne der? “ düşüncesinden tutun da, filanca komşu, akraba ile boy-post yarıştırmaya,
bir yudumluk yaşam için korkunç korkuların karşılığı olan birikimler için
yaşamıyor muyuz?
Gelelim Kocaoğlan’ın
huzuruna! Yanından her telaşlı geçişimde ona imrenmiyorum dersem doğru söylemiş
olmam! Resmen ona imreniyorum. Bir gece Beşiktaş futbol karşılaşmasını izleyip
eve giden caddeden; Kolordu’dan dönerken yine gördüm onu hep aynı yerde.
Kocaoğlan’ın en
sevdiği yerlerden birisidir; Kolordu Caddesi ile Muhtaroğlu Sokak kesişimi olan
kaldırımın hemen kenarında uyumak veya kestirmek. Yanından geçerken, tenha
caddenin fırsatını kaçırmamak için Kocoğlan’ın birkaç fotoğrafını çekmek
istedim.
Kocaoğlan’ın yattığı,
aylaklığın demine dem kattığı yere daha da yaklaşınca resmen gülümsediğini farkettim.
Halkın diliyle yüzüne yayılan nurlar, aylaklığın iç huzuru, kimselerin
malına-mülküne el, dil uzatmamış olmanın iç-gönül rahatlığı içinde uyumak ile gülmek,
kestirmek ile etrafı dinlemek arasında özenilecek bir köpek yüzü, o büyük beyaz
ve kalıp postuyla insanlığa ders veriyordu…
Sessizce, uyuyarak
ders verilir mi demeyin! Belki de yeterince sessiz olmadığımız için sessizliğin
seslerini duyamıyoruz…
Hep felaket, hep
kötülük haberleri bizleri öyle bir sarmış ki, bir köpeğin yüzünde, sanki bütün
yaşamın izlerini, mutluluğunu, iç huzurunu göremeden her gün ve büyük garip
telaşlar içinde gelip geçiyoruz.
Hiçbir diploması,
hiçbir mülkiyeti olmayan Kocoğlan, kim bilir kaç yaşında olmasına rağmen,
sadece yaşamın içinde olmanın ve kalmanın muhteşem bilinci veya içgüdüleri
içinde her gün; Russell’in Aylaklığa Övgü, eserine ayrı bir gayret,
minnettarlık duyuyormuş gibi kendi gösterisini yapıyor…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder