Sayfalar

19 Nisan 2021 Pazartesi

KÖY ÖĞRETMENİ,İNSANI; KISKANÇLIĞI ANLATIYOR

 




                KÖY ÖĞRETMENİ, İNSANI; KISKANÇLIĞI ANLATIYOR

     Köy deyince “Köy Enstitüleri” tadı geliyor akla ama artık bir efsane olarak anacağımızı da herkes gibi bende biliyorum. Yıkmanın, yapmaktan daha zor olduğunu uygar dünyanın milletleri gibi bizde öğreneceğiz bir gün; başaracağız (!)

   Çok değerli bulduğum köy öğretmeninin anısını, hikâye lezzetindeki tadını burada paylaşmak istiyorum. Otuz beş yaşında bir köy öğretmeni. İdealizmi başköşesine, edebiyatı, öğretileri ise heybesine koyup da inmiş köy denen bahar sevinci yaşayan, etrafında şeftali çiçeklerinin bol olduğu yere.

   Dersten sonra köyün dışına gezintiye çıkmış. Üstelik de bahar güneşine sarılarak yürümüş köyün yakınlarındaki bayırlarda, tepelerde. Dağlara türkü söyleyen küçük çobana rastlamış:

    Karnım aç, deyince küçük çoban kadim zamanlardan beri yapılan şeyi yapmış:

-        Dağarcığından kumlu köy ekmeği ve suyu seli kaçmış Mihaliç peyniri çıkarıp verdi. Pınar buldum su içtim.

    Köy öğretmeni bir güzel doyurmuş karnını, baharın ıslık çalıp, küçük çobanın dağlara türkü söylediği yerde…

   Uzun uzun dolaştıktan sonra evinin yolunu tutmuş. Onu bekleyen on yedi yaşındaki karısı Fadime’yi sevmiyordu ama hoşuna gidiyordu; her kapıyı açışta tatlı tatlı gülen Fadime.

   Otuz beş yayındaki öğretmenin anlatmasına göre, elin fakir çocuğunu-kızını köy ağaları zorla vermişler öğretmene;

   “ – Kızın sende gözü var. Eh diyiver işte.

Bir gün diyiverdim. Akşam Fadime geliverdi. Bir kuzu, bir bakır mangal, dört tencere, bir sini, iki şilte, beş altı yastık ve yorgan yüzü de getirdi. Konu komşu:

 -        Muallimin evi tamtakırdı, dediler. Bereket Fadime’ye şanlı şerefli oldu.

   Fadime’ye gel dedim, geldi. Git dedim, gitti. Ne yalan söyleyeyim beni hiç rahatsız etmedi. Bazı korkunç geceler, insanlığımın bütün iştahsıyla ona sarıldım da… Öptüm de…

  Fakat sonraları düşünüp taşındım. Fadime’yi kendime eş bulamadım. Kendi kendime sana arkadaş lazım, karının ne lüzumu var ki. Başkalarının çocuklarını sevmesini bildikten sonra kendi çocuğun olsun diye heveslenmekliğin budalalığından geliyor.

  Mesela, her akşam dağdan kuzuları otlatmaktan gelen güzel delikanlı çoban Fadime için ne biçilmiş kaftandı. Ne güzel eş olurlardı. Onları bir şair görse, ne şiirler yazmazdı.”

  Köy öğretmenimiz böyle konuşa dursun,bir gün kahvede konu komşuyla biraz sohbet ettikten sonra evine doğru yürüyormuş.Fındıkların dibinden gelen sesleri dinlemiş.On yedi yaşında ağaların zoruyla öğretmene verilen Fadime ile on yedi yaşındaki delikanlı çoban konuşuyorlarmış:

 “ - Yaprakları aralayarak yavaş yavaş yanlarına yaklaştım. Delikanlı çoban Hüsref Fadime’nin elini tutmuştu. Beni görünce elini çekmedi. Filozoflaşarak içimden:

   On yedi yaşında bir erkek çocuğu on yedi yaşında bir kız çocuğunun elini tutarsa, otuz beş yaşındaki erkek on yedi yaşında bir kızın kocası da olsa şaşmamalıdır, dedim.

-        Merhaba oğul, Fadime nasılsın? Dedim. Sonra, yürüdüm. İçim ezikti, yüreğimde bir bulantı vardı. Buna rağmen yaprakların arasında konuşmalarına devam eden iki mahlûkun cümbüşünden aldığım bir buruk lezzetle, ıslık çalarak kitaplarımın arasına atıldım.”

    Bir köy öğretmeni, bir yazara, sanatçıya dönüşürse; Mahmut Makal, Fakir Baykurt, biraz Bedri Rahmi Eyüboğlu, Fikret Otyam, biraz da Sait Faik olur…

     Bütün bunları nereden mi öğrendim; aylaklığı kendine iş edinmiş, özgün yazı dilini sosyoloji, psikoloji ve merhamet ile dengelemiş Sait Faik’in “Kıskançlık” hikâyesinden… Sait Faik’in bu hikâyesi, bir köy türküsü gibi; yakılarak yaşanmıştır, düşünülüp kurku yapılmamıştır…

   Bedri Rahmi Eyüboğlu Çorum ve İskilip’e gittiğinde tanıyacaktır Anadolu kültürünü. Köy yaşamını, farklı olan ilmik ilmik işlenen kültürün yaşama ait olan parçalarını. Ve seslenecektir:

 " Ne zaman bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım” diyecektir, tıpkı otuz beş yaşındaki öğretmenin, zorla evlendirilen on yedi yaşındaki Fadime’nin on yedi yaşındaki delikanlı çobanın elini tuttuğunda duyacağı utanma, iç bulantısı ve acı gerçeğin türküsü gibi…

 Güven SERİN 

 

 

 


2 yorum:

  1. Kıskançlıktan ziyade olgunluk sezdim bu hikâyede. Kaleminize sağlık!

    YanıtlaSil

  2. Teşekkür ederim Sezer; bence de öyle; olgunluk,belki de insanı özgür bırakan en yüce değerlerin en önemlisi...

    YanıtlaSil