İKİ ADA, İKİ ÖYKÜ
İnsanoğlu adalara
her zaman farklı, bir parça gizemli bakmıştır. Suyun ortasında, bazen
sislerin-pusların ve bazen romantizmin içinde ada kültürü denen yaşam
serüvenleri…
İnsan beyni ve iradesi,
hatta vicdanı öğrendikçe öğrenmek, her öğretiyi ayrı ayrı işlemek istiyor.
Yani, bir nevi üretim; öğreti ve üretkenlik motorları çalışmaya görsün; ne
denizler yetiyor, ne okyanuslar; uzayın öz evladı olan kişi, uzayın
derinlikleri gibi derinlere uzanmak istiyor.
Bugün yazıp
anlatacağım iki ada öyküsü var. Birincisi, Umman Denizinde bulunuyor.
Hindistan’ın Mumbai şehrine ait Fil Adası. Antik devirlerin öykülerini
barındırıyor içerisinde bulundurduğu heykellerde.
Fil Adası’na Mumbai
Üniversitesi’nin davetlisi olarak giden KUÇURADİ Felsefe ve İnsan Hakları Vakfı
kurucusu İoanna Kuçuradi, Fil Adası’na gitmek için bindikleri kayık, karşı
kıyıya geldiğinde fil heykelleri satıcısının tezgâhına uğramış. Bir sürü güzel
fil heykelciği görmüş. Fil heykelleri satıcısına ; “ Dönüşte alırım, şimdi epey
yürüyeceğiz, dönüşte uğrarım.” Diyerek Fil Adası’nın derinlerinde olan antik yerleri,
mağaraları görmeye gitmiş.
İoanna Kucuradi,
dönüşte söz verdiği gibi fil heykelcikleri satıcısına uğrayıp bir sürü heykel
satın almış. Satıcı arkasından koşarak ona küçük bir fil heykelciğinin yanında
bir çift söz söylemiş;
“ Sözünüzde
durduğunuz için teşekkür ederim. Bu küçük fil heykelciğini size hediye etmek
istiyorum.”
Bir küçük fil
heykeli o günden sonra Kuçuradi’nin de kurmuş olduğu vakfın simgesi olmuş. Bir
küçük fil heykeli, filozofun elinden düşürmediği etik bir değeri anlatan kutsal
bir objeye dönüşmüşcesine sıradanlığın, sadeliğin etiğini de anlatıyormuş…
Bizleri şaşırtacak olayların,
öğretilerin nerede çıkacağı hiç belli olmaz. Hareket, gidilen yerlere koşulsuz
bakış açısı, görme ve anlama duyuları sanatın ve felsefenin de borazanları çalıyorsa,
kışkırtıcı ve delice bir üretme aşkının yanında aitlik hissiyatı içinde dünyalı
olursunuz. Hatta evrenin bir parçası; hisseden, dokunan, anlatan rüyamsı bir
parça…
İkinci ada öyküsü
ise ressam Arnnold Böcklin’in Ölüler Adası isimli çalışması-eseri. Sipariş
üzerine yapmış olduğu Ölüler Adası çalışması, ressamın mitolojiden etkisinin
karşılığı olarak doğmuştur.
Efsanevi Styks
nehrinin bir kolu olan Acheron üzerinde bulunan bir ada. Adaya yaklaşan bir kayık.
İçerisinde yine mitolojiden bilinen ismiyle Kayıkçı Kharoon, beyaz giysisi ve
kayıkta taşıdığı bir tabut usul usul Ölüler Adası’na yaklaşıyor.
Küçük, gizemli ve
tekinsiz görünen bir ada. Önden yaklaşan kayık ve kayıkçı, bir başka ölüyü getiriyor,
yapması gereken görevin ve almış olduğu ücretin bilinci içinde. Servi ağaçları,
ölümü bir kez daha hatırlatırken, adayı çeviren büyük, sağlam kayalıklar, bir
tapınak etkisi yapıyor, kayalara oyulmuş kaya mezarlarının oyukları sayesinde.
Sanat ve felsefe,
insana dair öykülerle besleniyor. İnsansız bütün kavramlar, denizin geri
çekilmesi gibi geri çekiliyor. Birden o büyük yatak, o muhteşem deniz, kocaman
bir vadiye dönüşüyor; sularından ve canlılarından sıyrılmış, çırılçıplak kalmış
bir halde…
İnsan da öyle; en
iyi şiir, en büyüleyici resim, şarkı veya öykü; insansız hiçbir anlam taşımıyor.
Oysa insan ne kadar çok gürültü çıkartıyor 21.yüzyılın ikinci çeyreği
yaklaşırken; ne büyük bir curcuna yaşıyoruz…
Bütün bu yaşamları
anlamlı kılacak olan şeydir sanat, edebiyat ve felsefe; uçsuz bucaksızlığın
yaratıcısına uzanacak eli yüreklendirecek şeylerdir…
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder