Fotoğraf; Ahmet Süheyl Ünver
Tıp Tarihi
ÖLÜ, BAZEN NE TÜKENMEZ
HAZİNEDİR, YARABBİ!
Ölüme dair ne çok
şey varsa, ölene dair de o kadar çok şeyler vardır. Ölümle birlikte bütün
savaşın bittiğini sanır,”Ölümlü “olduğumuzun değerli hatırına birkaç saatliğine
geri çekilir: Peygamber duruşu, görgü ve bilgisi içinde büyük bir insan duruşu
içinde, ölümün ölümcül haline bakarken, yaşamın içinde kaldığımız için bıyık
altı tebessümü içinde yine ve yine; “YARITANRI” kılığında büyük laflardan öte
büyük yorumlar yaparız…
Reşat Nuri
Güntekin’in Miskinler Tekkesi, insana dair çok şeyi anlatıyorken, bir ölünün,
insana sunduğu hazineyi de bir güzel gün yüzüne çıkartıyor. Mezarlıklar, ölüm
törenleri adına herkesin bir sürü hatırası vardır. Oradaki insan manzaraları
neredeyse hiçbir yerde yoktur… Bir süreliğine savaşa ara vermiş, artık dünya
malının dünyada kalacağına ”GÜYA!”
inanmış insanların ulvi konuşmaları duyunca “Nutku Tutulan” insana dönersiniz.
Yıllar önce hiç
aklımdan çıkmayan çok önemli bir cenaze töreninin merkezindeydim. Ne yapacağımı
bilmez bir halde, öteden beri saygı duyduğum ölüme en derin saygı ve
sevgilerimi sessizce sunmak isterken; eş dost beni rahat bırakmak gibi
niyetleri olmadığını her fırsatta; beni uyararak yaptılar; “ Bak, filanca geldi;
git karşıla!” Bu filancalar içinde; dönemin Valisi, Kaymakamı, Milletvekilleri,
Ağaları, Beyleri, tanıdığım tanımadığı bir sürü insan vardı. Küçük bir kıyamet
toplantısı gibi bir şeydi…
Ölenin ailesinden
başka en derin acıyı yaşayan bir ihtiyar hafızama derin bir iz bırakacak bir
sarılış içinde boynuma sarılıp ölenin kendisini çok sevdiğini, onu bir oğul
gibi sevdiğini söyleyerek beni bir kez daha şaşkınlığa uğratmıştı.
Mezarlık, çelenkler
sayesinde çiçek bahçesine dönmüştü; yüzlerce “ÖLÜM MESAJI” Herkes ölümün kendisiyle bir kez daha yüzleşiyor,
ölenin çok genç yaşta öldüğü üzerine bildik tanıdık konuşmaları yapıyordu.
Aynı ailede dört ay
sonra başka bir “Ölüm Töreni” ne katıldım. Bu sefer dört ay önce ölenin oğlu;
33 yaşında, bize ait ölümsüz yaşamdan ayrılmıştı. Dört ay önce dopdolu olan
cenaze evi, şimdi dört ay öncesinin yarısını bile doldurmayan cılız, küçük bir
kalabalık tarafından doldurulmuştu. Ölünün ardından ağlayanlar; yine ölünün çok
yakını olan ailesinden başkaları değildi… Üstelik mezarlıkta çelenge dair
hiçbir şeycikler de yoktu…
Edebi bir İÇ çekiş
içinde bütün olanları, bitenleri en küçük kırıntısına kadar gözlemliyor,
yaşamla ölüm arasındaki incecik çizginin içinde yazan, düşünen bir insan
olmanın kuytu ve güvenli limanına sığındım…
Aynı ailenin iki ferdi;
baba ve oğul dört ay gibi kısa sürede uğurlamış artlarından ne çok hüzün
gösterisi yapılmıştı. Kimisi birkaç saat; yaz yağmuru kadar, kimisi birkaç gün sürdü.
Ve sonra, ölülerin ardında bıraktığı borçlar yüzünden 150 yıllık bir ailenin
talan edilmesi, yağmalanması; kanunlara uygun bir şekilde; herkesin bilip bilmediği,
duymadığı; körlük ve sağırlık aynı zamanda koca bir bencillik içinde
gerçekleşti.
Bütün bunları
nereden biliyorsun? Düşünceleri içine girmiş olanlar varsa; tıpkı Haldun Taner
gibi edebi bir itirafı siz değerli okuyucular ile paylaşmak adına; ölen bu
kimseler; benim babamla kardeşimdi; oradan biliyorum…
Gelelim ölülerin;
cenaze arkasında yürüyenlerin hissiyatına. Bütün hırslardan temizlendikleri zamanlardır.
Günahsızlığa, ağırlıksızlığa ulaşırlar. Sükûnetin keyfini çıkartarak,
servilerin uğultuları ve baskın kokuları arasında yepyeni insan olurlar. Bu
süre ne kadardır? O gün dahi bitebilir; günahlarına, hırslarına, gafletlerine
kaldıkları yerden; daha cenaze dönüşü dahi başlayabilirler…
Vaktiyle bir bin
başı ölmüştür. Reşat Nuri Güntekin o zaman küçük bir çocuktur. Büyükannesi O’nu
alıp cenaze evine götürmüştür. Binbaşı’nı ihtiyar kalfası, karısı ve kızı Reşat
Nuri Güntekin’in büyükannesini görünce ağlamaya, bağırmaya başlamışlar;
“ Ne olacak halimiz? Kapıdaki çifter çifter askerler gitti!
Tayın ekmekler gitti;tayın yağları gitti!..” Esas giden binbaşı olduğu halde,
kimse ondan söz etmiyordu… Ölüm böyle bir şey; yaşama dair ne büyük bir buluş
ve hizmet ettiğini ölmeden önce kavrayıp ona göre bir parça özümseme, takdir ve
tedbir içinde yaşama sanatına hizmet etmek gereklidir diye düşünüyorum.
Güven SERİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder